Edremit - Atatürk'ün Edremit Ziyaretleri
Character Size
Edremit - Atatürk'ün Edremit Ziyaretleri
ATATÜRK'ÜN EDREMİT'İ ZİYARETLERİ
I- Atatürk'ün Edremit'i İlk Ziyareti
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemâl Atatürk, 6 Şubat 1923 Salı günü sabah saat 07.00'de Akhisar'dan hareket eder. Bindiği trenle aynı gün saat 15.30'da Balıkesir'e gelir. Yanında eşi Lâtife Hanım ve Kâzım Karabekir Paşa olduğu halde Balıkesirliler tarafından büyük ve coşkulu bir törenle karşılanır. Balıkesir'de bir gün kaldıktan sonra şehirden ayrılarak Gökçeyazı, Balya ve Havran yoluyla Edremit'e gelir.
9 Şubat Cuma günü saat 17.30'da Edremit'e gelen Atatürk, Soğuk Tulumba mevkiinde "zabıtan ve mensubin-i askeriye, mızıka, ihtiram bölüğü, jandarma ve polis, memurin, kız mektebi talebeleri, erkek mektepleri, eşraf, ayan-ı belde, hacegân, dervişan, fabrikatörler, tüccaran, Müdafaa-i Hukuk, İdman Yurdu, tabak esnafı, pabuşçu esnafı, demirci esnafı, ahali ve kadınlar" tarafından karşılandı. Kapalı bir otomobilden yanında Lâtife Hanım olduğu halde inen Atatürk, halkın "Yaşa!... Hoş geldin!..." sadaları ve kesilmeyen alkışları ile birlikte bütün şehrin fabrika düdükleri arasında ilerlemeye başladı. Bu sırada Edremitli "küçük bir kız talebe" (Lâmia Onat) kendisine bir demet çiçek sunmuştur.
Mustafa Kemâl Paşa, daha sonra belediyeyi ziyaret etmiş ve akşam, askerî hastahane caddesinde bulunan Doktor Cemâlettin Bey'in evinde şerefine verilen akşam yemeğine katılmıştır. Bu sırada bütün Edremit halkı Hastahane caddesini doldurmuş, vatanın büyük kurtarıcısını görmek amacıyla polis kordonunu aşıp evin önüne kadar gelmişlerdir. Halkın yoğun sevgi gösterileri üzerine Atatürk, binanın üst kat penceresine çıkmış ve "Muhterem arkadaşlarım, yurtdaşlarım, hakkımda gösterdiğiniz tevaccühlere fevkalâde müteşekkirim benim için fazla rahatsız olmayınız." demiştir. Bu sırada Edremit gençlerinden Mehmet Şah (Semra Tedü) ortaya atılarak "Paşam, sizi mukaddes savaş yolundan ne Selma'nın aşkı, ne İngiliz'in parası ve ne de Avrupalıların size gönderdiği şunlar, bunlar sizi yolunuzdan çeviremedi. Siz bu aziz yolda yürüyerek düşmanı istilâya çıktığı yerde denize gömdünüz. Bırakın da sizi doya doya görelim." dedi. Bu sözlere karşılık büyük kumandan, "Ben birşey yapmadım, zaferi kazanan millettir, bu şeref de ona aittir." cevabını vermiştir.
Geceleyin fener alayı düzenlenmiş ve Atatürk geceyi kendisine tahsis edilen Evliyazâde Tevfik Bey'in evinde geçirmiştir. Geceyi bu evde geçiren Atatürk, sabah veda ederken Evliyazâde Tevfik Bey ve oğulları İhsan ve Şakir Beylerin ellerini sıkmıştır. Hatta sıra küçük kardeş Şakir Bey'e gelince, oldukça heyecanlanmış ve elini ceketine silerek Atatürk'e uzatmış, Gazi Paşa bu durum üzerine gülerek elini sıkmış ve sırtını okşamıştır.
Atatürk'e gece Lozan'dan İsmet Paşa'dan bir telgraf geldiği için sabah saat 10.00'da Balya üzerinden Balıkesir'e gelir ve 11 Şubat Pazar günü yanında Fahrettin Paşa olduğu halde İzmir'e hareket eder.
1- Mâhû Aygen’in Hatıralarına Göre Atatürk'ün Edremit'i İlk Ziyareti
1923 yılının ilkbaharında, sanırım Şubat ayının dokuzuydu. O sıralarda bizler Edremit'de, Yunan işgalinden kurtulmanın sevincini yaşıyorduk. Eşim burada serbest doktor olarak çalışmaktaydı.
Bir akşam telefon çaldı. Kaymakam (İsmail) Hakkı Bey (o yılın sekizinci ayından sonra vali olarak Edremit'den ayrılmış, yerine Muharrem Bey atanmıştır) ve Dördüncü Fırka Kumandanı Sabri Paşa, bize ziyarete geleceklerini bildirdiler. Vakit gece yarısını geçmişti. Önemli bir şey olacağını düşünerek, hemen "buyurunuz" dedik. O yıllarda evlerde telefon pek nâdirdi. Eşimin doktor olması dolayısiyle bize verilmişti.
Kaymakam Bey ve Fırka Kumandanı zaman geçirmeden geldiler. Ertesi gün saat 17.00'de Gazi Paşa Hazretleri'nin Lâtife Hanım'la birlikte Edremit'i teşrif edeceklerinin haberini vererek, bizim onları misafir etmemiz ricasında bulundular. Şaşırdık!... Eşim bana, "Söz sizin.." dedi.
Her ne kadar Edremit'ten gelip geçmiş ve geçmekte olan erkân ı askeriyemizi elimizden geldiğince misafir etmek ve onlara rahat bir gece geçirtmek için hep uğraşmış isek de, bu sefer işin içinde hem bir "hanım", hem de Gazi Paşa vardı. Üstelik vakit çok dardı.. Bir gün bile yoktu!.. O günlerde Edremit mutaassıp bir yerdi. Hanımlar peçe çarşaflıydı. Bir kadın bir erkekle alenî konuşamazdı.
- "Bu kez kaç-göç olmadan misafirlerin karşısına çıkmalıyız" diye düşündüm. Kaymakam Bey'e dönerek:
- "Muallime (öğretmen) hanımları, yardım etmeleri için verirseniz, ben de birkaç hanım arkadaşımla çalışır, bu işin üstesinden geliriz..."
dedim. Zîra, yemek sofrasının 70-80 kişi olacağı mevzûubahisdi. Teşrifaatın ve böyle bir sofra servisinin ne olması lâzım geldiğini pek bilen yoktu. Biz, rumlardan kiraladığımız büyük bir evde oturuyorduk.
"Başka çaremiz yok, sizin salonlarınız büyük, hem böyle bir daveti ancak siz yapabilirsiniz" dediler. Gazi Paşa'yı ağırlamak zor işti ama, onurlu bir görevdi bu. Zamanın dar olmasına rağmen, fazla düşünmeden bu görevi kabul ettik. "Yemekler Belediye'den temin edilecek" dediler. Buna karşı çıkarak, "Yok.." dedim; "yemeklerin bir kısmını biz evden yapacağız.."
Çünkü o zamanlar orada et olarak yalnız oğlak ve keçi yeniyordu. "Bu et olmaz. Bana iki-üç hindi bulun, iç pilavlı bir hindi dolması yapalım" dedim. O sırada yanımda hemşirem ve çevrede bu işleri becerebilecek birkaç hanım arkadaşım bulunuyordu. Hemen o gece onlara haber verdim. Hep birlikte kolları sıvadık. Hindiden başka, Akçay’da bol çıkan levrek balığı temin ettik ve mayonezli yaptık. Edremitliler hamur işlerini çok güzel becerirlerdi, börek ve tatlıları da onlar hazırladılar... Velhâsıl oranın nefis zeytinyağı ve zeytiniyle çeşnilendirerek soframızı süsledik.
Mahallî topluluk olarak aileler ve Edremit eşrafı kibar ve asil insanlardı. Aradığımız her şeyi kolaylıkla ve bol bulabiliyorduk. Muallime hanımlar, birkaç doktorla avukat eşleri ve ben, peçesiz çarşaf giyerek misafirleri karşılama kararını verdik.
Öğleye doğruydu Kaymakam ve Sabrı Paşa tekrar geldiler:
- "Memleket ayağa kalktı. 'Biz varken Gazi Paşa bir yabancı evde kalamaz!... diyorlar" dediler. Ağızımdan tek kelime çıktı:
- "Olamazl..."
- "Haklısınız.. Şimdiye kadar geleni-gideni hep siz ağırladınız, misafir ettiniz. Bu da elbet sizin hakkınız. Zaten böyle sofra başka yerde temin edilemez. Ama sizden rica ediyoruz, lütfen bunu kabul ediniz, mesele olmasın.. Yatmaya onlara götürelim..."
Ben, "hayır, olamaz" diye itiraz edecek oldum, eşim araya girdi: "Anlayış göster, mesele çıkmasın..." diyerek beni ikna etmeye çalıştı. Yerli eşraf bizi severdi. Bu iş Belediye Reisi'nin başı altından çıkıyordu. Yunan askeri Edremit'e girdiğinde işgal kumandanını elinde çiçekle karşılayarak "Hoşgeldiniz..." diyen adamdı bu. Çok sinirlenmiştim ama, sustum. Hâlbuki ben evde misafirlerimizin yataklarını bile hazırlamış, salonun yanında büyük odaya iki karyolayı bitiştirip bir büyük yatak yapmıştım.
Saat 17.00'ye doğru, Gazi Paşa ve birlikte gelen erkânı karşılamak üzere, eşimin de aralarında bulunduğu bir heyet şehir dışına çıktılar. Az sonra Kaymakam Bey perişan bir hâlde tekrar bize geldi:
- "Aman!... Mahvolduk Hanımefendi!.." dedi. "Gazi Hazretleri şehre girer girmez doğruca Türk Ocağı binasına gitti. Kapalıydı... Oradan Belediye binasına geçti, onu da kapalı bulunca çok sinirlendi. Hattâ ayağıyla kapıya vurdu, zorla açtırdı, içeri girdi. Ayran filan ikram ettik.. Şimdi orada sinirli bir şekilde oturuyor..." dedi.
- "Siz merak etmeyin, biz kendilerini misafir ederiz..." diyerek teselli ettim ve gönderdim.
Biraz sonra, Gazi Paşa'dan önce eşim geldi. Gazi ve diğer zevatı kapıdan karşıladı. İçerde, kapının yanına dizilmiş olarak önce ben ve ardımdan hemşirem, avukatların ve doktorların eşleri, muallime hanımları teker teker takdim etti Gâzi'ye. Paşa elimizi sıkarak içeri doğru yürüdü ve:
- "Sayenizde medeni bir gece geçireceğiz. Bütün Anadolu'yu dolaştık, eşim yanımda olduğu hâlde tek bir kadın yüzü görmedik!" dedi.
Gâzi'nin ardından Lâtife Hanım içeri girdi. Subay kaputunu çıkardı. Subay elbisesi, çizme ve süvari pantolonu giymişti. Bize dönerek:
- "Afedersiniz, böyle karşılanacağımızı bilemediğim için bu kıyafetle geldim..." dedi.
- "Estağfirullah.. Yolculuk Hanımefendi, buyurunuz..." diyerek yol gösterdim. Lâtife Hanım önden yürüdü, merdivenleri çıktı. Gazi durdu ve bana:
- "Siz buyurun..." dedi. Ben:
- "Nasıl olur Paşam!..." deyince ısrar etti..
- "Ben ev sahibiyim.."
- "İyi ya, ev sahipleri yol gösterir... buyurun önden"
Önden çıktım, Lâtife Hanım'ı oturttum. Gazi Paşa ortada, masanın başında duruyordu. Bana döndü:
- "Nasılsınız Hanımefendi?"
diye sordu. Fevkalâde nâzik ve hatırşinas bir insandı. O anda taşı tam gediğine oturtmanın zamanı geldiğini anladım ve: - "Çok iyiyim, çok memnun oldum ama, aynı zamanda da müteessirim bu akşam maalesef. Bana bugün kendi vatanımda, kendi memleketimde "yabancı" olduğumu söylediler..." diyerek Belediye Reisi'ni gösterdim. Gâzi'nin gözleri kıvılcımlandı... Parmağını uzatarak:
- "Söyle bakalım Belediye Reisi!..."
dedi. Belediye Reisi şaşırdı. Yüzü kâğıt gibi bembeyaz oldu, titriyordu:
- "Efendim, sizin teşrifiniz burada herkesin hamiyyet-i vataniyyesini uyandırdı. Herkes sizi ağırlamak istiyor. Kimi şu kadar kurban keseceğim, kimiyse Hilâli Ahmer'e (Kızılay'a) şu kadar bağışta bulunacağım diyor..." dedi. Bunun üzerine ben ileri doğru yürüyerek:
- "Şimdiye kadar, Akıncı Kolu Kumandanı Mülâzım Kasım Efendi'den tutun da, Kuvâ-yi Millîye'den ve Ordumuz kuvvetlerinden hangi rütbeden olursa olsun, buradan geçen kumandanları, paşaları ben eşimle birlikte evimizde misafir ederken kimsenin hamiyyet-i vataniyyesi uyanmamıştı da, şimdi Paşa Hazretleri'ni görünce mi hamiyyetperverlikleri akıllarına geldi?.. Kendilerinde bu duyguyu uyandırmak için her zaman sizin teşrif etmeniz mi lâzım gelecek Paşam?.." dedim.
Gazi bana döndü:
- "Siz müteessir olmayın Hanımefendi, ben halledeceğim bu işi..." dedi. Belediye Reisi'ne dönerek:
- "Sizinle sonra görüşeceğiz.." dedi.
Reis bayılmak üzereydi. Korkudan kaçacak delik arıyordu!.. Ne kadar sevindim.. İçimden, "oh olsun!" dedim.. Çok memnundum... Emînim Reis bu dersi ömür boyu unutmayacaktı. Paşa yine de, hasletindeki o uzlaştırıcılıkla:
- "Oraya ancak uyumak için gideceğim. Son sözümü burada söyleyeceğim. Haydi haber verin, benimle görüşmek isteyenleri burada kabul edeceğim.."
dedi ve masaya oturdu. Hanımlar Gâzi'nin etrafını sarmışlardı. Baş Muallime Hanım ise Lâtife Hanımla konuşuyordu.
Derken Lâtife Hanım birden masadan kalkarak kendileri için ayırdığımız odaya geçti. İki-üç dakika sonra bir arzusu var mı diye sormak için kapıyı vurduğumda beni içeri çağırdı. Mangalın başına oturmuş, maşayla ağır ağır közleri karıştırıyordu. Bana:
- "Şurada kahve ne güzel pişer.. Bir kahve olsa da içsek.." dedi.
Hemen getirdim. Pişirdik ve orada karşılıklı içtik. Gazi Paşa'nın kısa bir zaman sonra bizi çağırmasıyla çıktık. Bu arada dışarıda fener alayı vardı. Kalabalık evin önüne birikmiş, halk coşku içinde sevgi gösterisi yapıyordu. Paşa:
- "Haydi hanımlar, öne gelin, pencereden halkı selâmlayalım. Bizi bir arada görmeye alışsınlar, çünkü bu, yakında olacak.." dedi.
Pencereyi açtık, halka hitap etti.
Aşağı salona, yemeğe indik. Sofraya bizim oturmadığımızı görünce:
-"Olmaz!.. Ev sahibesi oturmadan yemeğe başlamayacağız!.."
dedi. Beni yanına oturttu. Sağ tarafında Lâtife Hanım vardı. Güzel, çiçekli kartlarla sofrada isimlendirme bile yapmıştık. Kendi önündeki kartı alarak bana ve Lâtife Hanım'a imzalattırdıktan sonra kendisi de imzaladı. Hemen orada oturan Kâzım (Karabekir), Ali Hikmet (Ayerdem) paşalar ve Sermet Bey'e de imzalattırdıktan sonra, "kâfi mi Hanımefendi?"diye sorunca, teşekkürler ederek kartı aldım.
Yemekden sonra, yine yukarı, büyük salona çıktık. Ben yine Gâzi'nin yanında oturuyordum. Bana:
- "Balya'dan geliyoruz Lâtife Hanımla.. Orada Cuma namazı için durduk...'' dedi.
Lâtife Hanım da:
- "Ama epeyce de korktuk Paşam."dedi.
O sırada yanımıza beş buçuk yaşındaki kızım geldi. Gâzi'ye bir manzume okudu. Gazi onu dizine oturttu, sevdi, aralarında şu konuşma geçti:
- "Görüyorum, küçüksün daha... Mektebe gidiyor musun?.."
- "Evde okuyorum..."
- "Aferin!... Çok oku!.."
Bundan sonra, iyi taklit yapan Baytar Yüzbaşı Mahmut Bey (Mahmut Karındaş; sanatçı Altan Karındaş'ın babasıdır) bir "telefonlu skeç" yaptı. Gazi buna çok güldü. Sonra kalktı, öbür salona doğru yürüdü. Arkasından gittim:
-"Çok aceleye geldik Paşam, sizi lâyıkıyla ağırlayamadık. Bir gece daha kalmaz mısınız? “ dedim.
Bana doğru eğildi:
-"Çok isterdim... Fakat şimdi bir telgraf aldım. İsmet çok sıkıntıda. Yarın Ayvalık'a gidecektik, oraya bile gidemiyorum. Ankara'ya dönmek zorundayım. Sabah erken yola çıkmamız lâzım.." dedi.
O sıralar İsmet Paşa Lozan'da, barış müzakereleriyle uğraşıyordu. Giderlerken, aşağıda kaputlarını giydikleri sıra tekrar:
- "Sayenizde medenî bir gece geçirdik, çok teşekkür ederiz.."
dedi ve Lâtife Hanım'la birlikte bizden ayrıldılar. Sabahleyin, bizde kalan Ordu Kumandanı ve diğer paşalar kahvaltı ederlerken, yine Lâtife Hanım'la birlikte geldiler, sonra hep beraber, Ankara'ya müteveccihen hareket ettiler.
II- Atatürk'ün Edremit'i İkinci Ziyareti
Atatürk, Edremit'e ikinci ziyaretini gerçekleştirmeden önce 7 Şubat 1931 Cumartesi günü geldiği Balıkesir'de, Edremit temsilcisinin zeytinyağı ile ilgili konuşması üzerine şunları söyler:
"Zeytinyağı üzerinde üretim ve ihracatta bulunanlar kooperatifler teşkil ederek, diğer mıntıkalardaki meslektaşları ile birlikler yaparak tam bir birlik içinde çalışmalıdırlar."
Gazi, daha sonra "tağşiş edilmemiş zeytinyağı çıkarmak" gerektiğini belirtip, zeytinyağı üretici ve ihracatçılarını teşvik ederek konuşmasını bitirir.
Atatürk'ün Edremit'e ikinci defa gelişi İtalya Başbakanı Mussolini'nin, Türkiye'nin Ege kıyıları ve çevresindeki bazı illerle ilgili olarak düşmanca emellerini açığa vurduğu bir dönemde gerçekleştiği için gezi daha da önem kazanmaktadır. Dış politikanın ağırlıklı olduğu bu gezi 7 Nisan 1934'de Ankara'dan başlamış, Eskişehir ve Afyon yoluyla 8 Nisan'da Uşak'a gelinmiştir. Gezinin bundan sonraki bölümü özellikle İzmir ve çevresindeki askerî birliklerin denetlenmesiyle geçmiştir.
Atatürk, yanında Birinci Ordu Müfettişi Fahrettin Paşa ve İkinci Ordu Müfettişi İzzettin Paşa olduğu halde 13 Nisan Perşembe günü saat 18.00'de Ayvalık'a gelmiş, aynı gün saat 19.30'da ise Edremit'e hareket etmiştir. "Bana yeniden çizmeyi giydirmesinler" sözünü bu gezi esnasında söylediği belirtilmektedir.
Gazi Paşa'nın Edremit'e gelişini Anadolu Ajansı şu satırlarla anlatmaktadır:
"Reisicumhur Gazi Hazretleri Ayvalık'tan sonra Gömeç ve Burhaniye'den geçerek saat 20.40'da Edremit'e muvasalat buyurdular. Yollar halaskarlarını selâmlayan köylülerle dolu idi.
Vaktin geç olmasına rağmen Edremit'te halk caddeleri dolduruyor candan gelen meserret ve avazeleri etrafı inletiyordu. Kalpleri heyecanla çarpan Edremit halkı büyük misafirlerini selâmlıyordu. Şehirde muhtelif yerlerde taklar yapılmış ve bunlar elektriklerle donatılmıştı. Reisicumhur evvelâ Belediye dairesine teşrif ettiler ve az sonra da ikâmetlerine tahsis edilen binaya geldiler. Binanın önünde halkın tezahüratı uzun müddet devam etti. Akşam yemeği askerî mahfelde yenildi. Reisicumhur Hazretleri bu geceyi burada geçirecekler. Geceleyin büyük bir fener alayı tertiplendi."
Atatürk'ün Edremit'e ikinci gelişine bizzat şahid olan merhum Gıyas Yetkin Bey'in dikkat çekici hatıraları ise şöyledir: "Saat 19 da halkın coşkun sevinç gösterileri arasında Soğuk Tulumba mevkiinde karşılanan Ata, Lenkolen otomobil ile doğru Belediye'ye inmişti.
Halk şehir medhalinde olduğundan büyük Ata'yı memur bulunduğum Belediye kapusunda yalnız ben karşılamış elini öpmüştüm.
- "Nereye gideceğiz evlâdım?" diyen aziz misafiri riyaset odasına aldım, riyaset masasını gösterdim.
- "O yerin sahibi vardır. Ben şöyle oturayım" diyerek bugün kütüphanenin bulunduğu yere geçmişlerdi. Az sonra karşılayıcılar koşa koşa geldiler.
Limonata ikram edildi. Ve mahfele gitmek üzere tekrar otomobile binen Atatürk'ü görmeğe çalışan halk tesis edilen inzibat kordonunu zorlamağa başladı. Sesleri işiten rahmetli gür sesiyle:
- "Dokunmayınız gelsinler, onların beni görmek istedikleri kadar bende onları görmek isterim, demiş ve halk birden yürümüştü. Belediyenin önünde açık otomobilde tümen binasından tarafa oturan rahmetliyi görmeye gelenler ancak bir kişinin sığabileceği aralıktan geçerek mahfele doğru gidiyordu. Beklemek veya fazla durmak kabil değildi. Arkadan gelen tazyik öndekileri sürüp götürüyordu. Atatürk önünden geçenlere iltifat ediyor, bu arada rahmetliyi misafir edecekler bunun için günlerden beri hazırlanmış olanlar arasında münakaşalar oluyor herkes misafirin kendisinde kalmasını istiyordu. Nihayet Sezai Arkök'ün evinde kalması kabul edilerek ordu evinde şereflerine verilen 200 kişilik ziyafete teşrif ettiler. Yemek sırasında çok neş'eli bulunan kahraman Atamız, Türk erinden Türk kahramanlığından güzel örnekler vererek konuşuyorlardı. Bir aralık salonda asılı bulunan.
"Ölmez bu vatan farzımuhal ölsede hattâ
Çekmez kürenin sırtı bu tabutu cesimi"
levhasına gözü ilişen büyük inkilâpçı birden durakladı. Aynı zamanda salonda da bütün ses hatta hareketler durdu. Bir çıt bile çıkmıyordu.
Az önce neşeli olan çehreleri birden ciddileşti. Ağır ve hükmedici bir sesle:
- "Ölmez bu vatan. Diğer sözlerin artık bu tabloda yeri yoktur." Buyurdu.
Günün hadiselerinden konuşuluyor. Söz havacılığa geçti. Rahmetli Atamız bir zamanlar hava müfettişliğiyle Avrupa'da tedkikler yapmış olup, o sırada Edremit'de tümen komutanı bulunan Muzaffer Ergüder'den dünya havacılarıyla bizim pilotlarımız arasındaki cesaret konusu açıldı. Sayın generalin verdiği kafi ve tatmin edici misallerden sonra, korku nedir tanımayan büyük kumandan:
- "Geçen gün bir filomuz Atina'ya bir ziyaret uçuşu yaptı. Tamamen bir askerî mahiyet taşıyan bu ziyareti bizim çocuklar kazandılar. Uçuş şartlarının kötü olmasına rağmen bu ziyaretin yapılmasında Israr etmiştim. Karşılayıcılar havanın bozukluğu yüzünden istikbâl için kara üzerinde uçarken bizimkiler Atina üzerinde turlar yapıyorlardı. Buna canım sıkıldı. Raporumda bilhassa zikredeceğim. Bu bir harp uçuşu olsaydı? Bunun gibi daha birçok misaller cesaretimizi herkese çok iyi gösteriyor." Buyurdular.
Bir aralık İstanbul hadiseleri mevzubahis olurken büyük Atamızın şu kıymetli sözleri duyuldu:
- "Musollini bir maceraperesttir. Milletini bir uçuruma sürüklemektedir. Her tarafa saldırıyor. Beni Roma'ya davet etti, Antalya'da görüşelim cevabını verdim. Bu herife bir ders vermeği çok isterdim. Ne yazık bu kabil olmayacak. Mamafih çok yakında bir küçük millet ona lâyık olduğu dersi ibreti verecektir. Ve şunu da hatırlatırım ki, Musollini'yi bir gün gelecek kendi milleti linç edecektir. Bu sözlerimi kehanetime hamletmeyiniz. Bunlar benim kendi görüşlerimdir. Yalınız sözlerime kafiyen siyasî bir mânâ atfedilmemesini rica ederim. Biz burada kendi aramızda konuşuyoruz, diyerek sözlerini bitirmişlerdir."
Geceyi Sezai Arkök'ün evinde geçiren Atatürk 14 Nisan 1934 Cuma günü Edremit'ten ayrılmıştır. Yolda bizzat tertip ettiği bir askerî harekâtı teftiş etmiş ve Ilıca'da tesadüf ettiği bir askerimizin kendisine verdiği cevaptan memnun kalarak yoluna devam etmiştir. Mıhlı çayında büyük bir kalabalık tarafından uğurlanan Atatürk, herkese veda ederek Ezine yoluyla Çanakkale'ye gitmiştir.
Adramyttion'dan Efeler Toprağı Edremit'e - Zekeriya Özdemir
Kaynak: www.balikesir-edremit.gov.tr