İğde Ağacı
Character Size
Atatürk’ün manevi kızı Prof. Dr. Afet İnan şunları yazıyor:
İğde Ağacı
Atatürk’ün manevi kızı Prof. Dr. Afet İnan şunları yazıyor:
“1937 yılının bahar mevsimi idi. Gazi Orman Çiftliği’ne, Akköprü tarafındaki yoldan gidiyorduk. Çiftliğin o parçası meyve bahçesi haline konulmuş, fidanlar sıra sıra dikilmişti. Şimdi gölgeliği ve bol yeşilliği ile çok güzel olan bu yol boyu, o zamanlar henüz küçük, çelimsiz ağaçların sıralandığı, yaz mevsiminde dahi pek gölgesi olmayan bir yerdi.
Atatürk, bu eski çıplak topraklar üzerindeki, meyve bahçesi haline gelmiş olan bu yerlere neşe ile bakıyordu. Şimdi uzun kavak ağaçlarının bulunduğu yol kenarlarında ameleler çalışıyor ve fidanlar dikiyorlardı. Atatürk birden şoföre,
-‘Dur’ diye bağırdı. Yere indiği vakit orada olanlara:
-‘Burada bir iğde ağacı vardı, o nerede?’ diye sordu. Kimse iğde ağacını bilmiyordu. Çünkü orada çalışanlar, yenilerini dikmekle meşgul idiler.
Atatürk’ün biraz evvelki neşesi kalmamıştı.
Çünkü çiftliğin ilk çorak günlerinin bir yeşillik hatırası yerinden çıkarılmış ve yok olmuştu. Yol boyunca yürüyerek iğde ağacını aradık.
-‘İğde eski ve çelimsiz bir ağaçtı. Fakat yaşayan ve baharda hoş kokularını etrafa saçan, güzel bir ağaçtı’ diyordu. Çiftlik merkezine gelmiştik. Büyük hamamın yapısı bitmişti. Onu gezerken iğde ağacını yerinden kimin çıkartmış olduğunu da tahkik etmek için, ilgili durumda olanlara sorular sordu. Kimse bu küçücük ağaca ne olduğu hakkında bir haber veremedi.
Atatürk bu önemsiz gibi görünen işten üzüntü duymuştu. Uyarılarda bulundu, emirler verdi, eski ağaçlar da korunacak ve bakılacaktı.
Çünkü o yeşilliğin hasretini, İstiklal Savaşı boyunca çok çekmişti. Çankaya’yı oturmak için seçmesindeki neden, birkaç büyük karakavak ağacının bulunması idi. Onların rüzgârlı günlerdeki hışırtısından daima zevk duyardı.
O gün, çiftlik dönüşü uzun boylu ağaçlardan bahsetti. Tabiatın bu varlığı, insanlara büyük bir kazançtır. Onlardır ki, toprağı verimli kılarlar. İnsan topluluklarının yer seçmelerine rehberlik ederler.
Bunun üzerine tartışma konumuz, şu yola dökülmüştü. ‘Coğrafi yöre mi insanlar üzerine tesir yapar, yoksa insanlar mı o yöreye hâkim olurlar?’
Otomobil gezintilerinde ekseriya bu gibi konuşmalar ve münakaşalar olurdu.
Ben, tarihi örneklere dayanarak diyordum ki, ‘tabiat büsbütün kısır olursa insan kuvveti ona tesir yapamaz.’ Atatürk ise, insan zekâsının her şeye yapabileceğini, tabiata da son derecede hâkim olabileceği kanısındaydı. Nihayet şu neticeyi, kabul ediyorduk:
-‘İnsan bütün tarih boyunca, tabiatın bazen esiri, bazen de hâkimi olmuş ve bu hal insan topluluklarının medeniyette ilerlemeleriyle paralel olarak gelişmiştir.’
1919 yılında Atatürk Ankara’yı pek az ağaçlı bulmuştu. Bu pek az olanlar birer delildi ki, onlar gibileri çoğalabilir ve daha pek çok yetiştirilebilirdi.
O, eski adı Orman Çiftliği olan yerde, orman yetiştirmeyi kendisine ideal edinmişti. Onun için her ağaç eski ve yeni, kıymetli birer varlıktı. Bunların yetiştiğini, büyüdüğünü görmek, bir idealin gerçekleşmesindeki zevki kendisine veriyordu. Gazi Orman Çiftliği, insanların irade ve çalışmalarıyla, tabiatı güzelleştirme ve verimli kılma kuvvetinin bir örneğidir.
Atatürk, İstanbul’da büyük ağaçları gördükçe gülerek şöyle söylerdi:
-“Bunlar da güzel amma, biz yapraklarının ve dallarının, her yıl nasıl büyüdüğünü gördüğümüz ağaçları daha çok seviyoruz.”
Bir bahar mevsimi, Çankaya’nın eski köşkü önünde yeni dikilmiş akasya ağaçlarını bahçıvan budamıştı. Atatürk bu fazla budamayı sevmedi. O, ağaçları daima daha büyük görmek arzusunda idi.
Onun için de bahçıvanı bilgisizlikle itham etti. Kendi adını taşıyan Atatürk Bulvarı’na, çam fidanları dikildiği vakit pek sevinmişti.
-‘Bunlar tutarsa, Ankara’nın yaz kış yeşil duracak bir tabiat zenginliği olacak’ demişti. O, bu çamları Ankara’nın yeni devrinin bir tarihi gibi telakki ederdi.
Atatürk Bulvarı’nın ortasındaki küçük çam korularını, daha bakımlı ve belki de altlarından yayaların geçmesi için tanzim edilmiş görmekten, her Ankara hemşehrisi ne kadar haz duyacaktır. Bundan Atatürk’ün de ruhunun şadolacağına şüphe yoktur.
Atatürk, son hastalık günlerini, ağaç ve orman hasreti içinde tamamladı. Ormanlık ve yeşillik dağ manzarasını gösteren bir tablo O’na, maddi ıstırapları içinde hayal dahi kurmayı sağlamıştı.
İşte bundan dolayıdır ki, Eskişehir’in Sündiken ve İstanbul’un Alemdağ Ormanları’nda, kendisine nekahat devri için tanzim edilecek ve oturabilecek yerler arandı.
Bu isteğini yerine getirmek nasip olmadı. Çünkü o büyük insanın ömrü, 10 Kasım 1938’de bitmişti.
Atatürk’ün bütün bu isteklerini hatırladıkça O’nun Anıtkabri’nin bol ağaçlarla çevrilmesini ve onlar arasında ebedi uykusunu uyumasını ne kadar gönülden arzu ediyorum.” (Ulus Gazetesi, 10.XI.1947)1
1 Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Ankara 1981, s. 177–179.
Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009