Beylerbeyi Sarayı'nda düzenlenen, Balkan Ülkeleri halk oyunları ekiplerinin katıldığı festivalde zeybek oynarken. (2-3.09.1936)
Atatürk ve... Dans Beylerbeyi Sarayı'nda düzenlenen, Balkan Ülkeleri halk oyunları ekiplerinin katıldığı festivalde zeybek oynarken. (2-3 Eylül 1936)
ATATÜRK ve... DANS
Mustafa Kemal dansa sevdalıydı. Dans aşkının kökleri çocukluğuna uzanıyordu. Selanik’te mahalle ve okul arkadaşı olan Savaş İlbay anılarında şöyle anlatıyor:
“Artık büyümüştük. Rüştiye öğrenimi yapıyorduk. Tatil zamanlarımızı biz daima oyunlarla geçirirken, O azınlıkların serbet hayatından yararlanarak edindiği birkaç dostunun evine gider, Fransızca öğrenir, o zamanın modasına göre polka, mazurka, kadril ve vals gibi bizlerin adını bile çok sonradan duyduğumuz salon oyunlarını öğrenir, dans ederdi.”
Bir başka arkadaşı Fuat (Bulca) ise Halil Efendi’den Fransızca ders alıyordu. Mustafa Kemal de okuldaki Fransızca’sını geliştirmek daha doğrusu konuşmasını geliştirmek istedi. Fuat ile birlikte Halil Efendi’nin yanına gittiler. Halil Efendi’nin bir de birkaç küçük dükkanın üstünde açtığı bir salon vardı. Burada o zaman çokyaygın hem de gözde olan vals ve polka başta olmak üzere çeşitli dans dersleri veriliyordu.
Salona gelenler Fransızca konuşuyordu. Mustafa Kemal ve Fuat Bulca Fransızca’larını ve konuşmalarını geliştirmek için bu salona gelmeye başladı. Mustafa Kemal bu fırsattan yararlanarak Batı danslarını öğrenmeye başladı. Kısa zamanda çok güzel dans etmeyi öğrendi.
İstanbul’da okumaya başladıktan sonra tatil için annesinin yanına gittiğinde boş durmayan Mustafa Kemal, valsi iyice öğrendi. Okulda boğucu ve kasvetli havayı değiştirmek ve çağdaş bir subay olmak için Mustafa Kemal kendince bir şeyler yapmaya çabalıyordu. “İleride kurmay subay olduğunuzda dans bilinmesi gereken şeyler arasındadır” diyerek arkadaşlarına vals öğretmeye başladı. Teneffüslerde öğrenmek isteyenlere dans dersleri verdi.
Savaşlar içinde geçen yılların ardından, cumhuriyetin doğuşu gündemin dışında kalan konuları ele almaya olanak sağladı. Ekonomi, eğitim, öğretim, bilim, kültür, sanat, dil, tarih, gündelik yaşam... Bunlardan biri de danstı.
İzmir Kız Öğretmen Okulu’nu görmeye gelen Mustafa Kemal’e Selim Sırrı (Tarcan) ile Mualla (Anıl) bir zeybek dansı sundu. Alkışlarla tekrar tekrar oynandı. Mustafa Kemal onları kutladı:
- “Selim Sırrı Bey, zeybek dansını yeniden hayata geçirirken ona bir medeni şekil vermiştir” dedi. “Bu sanatkâr üstadın, eseri hepimiz tarafından seve seve kabul edilerek millet ve toplum hayatımızda yer tutacak kadar gelişmiş, güzel bir şekil almıştır. Artık Avrupalılar’a ‘Bizim de mükemmel bir dansımız var’ diyebiliriz ve bu oyunu salonlarımızda, gösterilerimizde oynayabiliriz. Bu zeybek dansı her toplu gösteride kadınla birlikte oynanabilir ve oynanmalıdır.”
Gazeteciler bu konuda görüş istediğinde Mustafa Kemal şöyle dedi:
- “Selim Sırrı Bey ile şimdi dansı hakkında ufak bir görüşmede bulunduk. Hiç kuşkusuz Selim Sırrı Bey ülkede yüksek bir sanatkârdır. Ülkemizin her tarafında yüksek ve milli danslarımız vardır. Benim gördüğüme göre en görülmeye değer olan zeybek dansıdır. Çok arzu ederim ki bu iyi oynanan milli dansı halk kabul etsin ve herkes oynasın.”
Dostluğu, kardeşliği ve barışı çoğaltmanın bir yolu da müzik ve danstı. 70 yıl önce Eylül 1936 yılında Avrupa’da kimi ülkeler İkinci Dünya Savaşı’na yol açacak hazırlıklar içindeyken Atatürk ülkeleri kaynaştırcak bir çabanın içindeydi. İstanbul’da Türkiye, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya’nın katılımıyla Balkan Festivali başladı. Festivale Atatürk bizzat katıldı. Kazım Dirik’e yazdırıp okuttuğu notta, “İnsanlıkta mutluluk işte böyle insanoğullarının birbirine yaklaşması, insanların birbirini sevmesi, hepsinin temiz duygu ve düşüncelerini birleştirmesiyle olacaktır. Bu geceki birleşik durumumuz bu insancıl idealin yüksek işaretidir. İşte bunun için ev sahibi olarak bütün değerli misafirlerimize derin sevinçlerimi ifade ederim” yazılıydı.
Bir Türk çocuğa da şu notu yazdırıp okuttu:
- “Bir ulus çok şeyde devrim yapabilir ve bunların hepsinde de başarı kazanabilir. Fakat müzik devrimidir ki ulusun yüksek gelişiminin belgesidir.”
Festivalde Artvin halkoyunları ekibi birinci oldu. Artvin barı oynanırken Atatürk’ün bar başı olarak oyuna katılmasından sonra bu oyun “Atabarı” olarak anılmaya başladı. Atatürk bu festivalde zeybek ekibine de eşlik etti.
14 Eylül Cumartesi gecesi Büyükada’da Yat Kulübü’nde bir balo verildi. İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı Muhiddin Üstündağ açış konuşmasında bir şeyin altını çizdi:
- “Balkan ülkeleri arasında dostluk önemlidir.”
Beylerbeyi Sarayı'nda Düzenlenen Balkan Ülkeleri Halk Oyunları Festivali’nde efelerle sohbet ediyor. (2-3 Eylül 1936)
Balkan ülkelerinin gençleri Atatürk’ün çağrılısı olarak sırayla ulusal oyunlarını boşaltılan büyük havuzun içinde sergiliyorlardı. Daha sonra beden eğitimi öğretmeni olan Ziya Samanlı zeybek dansı ekibi içindeydi. Ekip başarıyla oyunlarını sergiledi. Atatürk gençleri kutladı. Onları büfeye davet etti. Bir şeyler yiyen gençlerden Ziya Samanlı’ya işaret eden Atatürk, “Böyle köşeye çekilip yalnız durmak olmaz. Efeler de dans ederler. (Oturan bayanları işaret ederek) Bu hanımlardan birini dansa kaldır.”
O kadar içten ve özendirici sesle söyledi ki, genç çalan valsi duymasına karşın ‘Olmaz ben bu dansı bilmiyorum!’ diyemedi. Gidip bir bayanı dansa kaldırdı. Heyacanı her halinden belli olduğu için bayan genç Ziya’nın kulağına;
- “Heyacanlanma! Bana uymaya çalış!” dedi.
Atatürk onları izliyordu. Vals bitti, genç Ziya yerine geçecekken yanına yeniden çağırdı. Bu arada dans ettiği bayan yerine oturdu. Atatürk, “Olmaz! Damın danstan sonra yerine yalnız gitmesi olmaz! Sen ona eşlik edeceksin. Bir şey daha var. Tanıştığın hanımın elini öpmen gerekir” dedi.
Bu sözleri dans eden bayan da duymuştu. Kalkıp genç Ziya ile birlikte salonun ortasına yürüdü. Sonra geri döndüler. Genç Ziya ona eşlik etti. Bayan oturdu. Elini öperek ayrıldı. Genç Ziya bu kez bayanın elini öptükten sonra alnına koymuştu. Atatürk bunu gördü. Gencin yüzüne yanlışını vurmadı. Yanlarından geçerken Atatürk Saffet Arıkan’a,
- “Nasıl hareket edeceğini kendisi gecikmeden öğrenecektir!” dedi. Bir yandan ulusları kaynaştırmaya çalışan Atatürk öte yandan da çağdaş yaşamın gereklerini gençlere uygulamalı olarak gösteriyordu. Genç Ziya ve salondakiler dans ve kadına saygıyı o an öğrenmişlerdi.
Atatürk, Beylerbeyi Sarayı'nda düzenlenen festivalde halaybaşı. (2-3 Eylül 1936)
Cumhuriyetin ilanın üçüncü yılıydı. Ankara’da bir balo veriliyordu. Mustafa Kemal katıldığı baloda bir milletvekilinin eşiyle hiç ilgilenmediğini ve başka kadınlarla dans ettiğini gördü. Kadın çok şişmandı. Mustafa Kemal ona bir ders vermek istedi. Milletvekilinin eşinin yanına gitti ve onu dansa çağırdı. Şişman kadın büyük bir sevinçle kalktı ve dansa başladılar. Mustafa Kemal, “Çok güzel dans ediyorsunuz, üstelik de çok hafifsiniz, sorulmaz; ama kaç yaşındasınız?” diye sordu.
Milletvekilinin eşi, “Ben henüz üç yaşımdayım” dedi. “Türk ulusuna sunduğunuz cumhuriyet sayesinde yaşıyoruz. Bu yüzden gerçek yaşım kaç olursa olsun ben kendimi üç yaşımda farz ediyorum.”
Dans bitti. Atatürk bayanı yerine kadar götürdü. Sonra eşini çağırttı. Milletvekili dönüp eşinin yanına geldi ve eğilerek onu dansa kaldırdı. Canı sıkkın olan eşine dayanamayıp sordu:
- “Paşa ne söyledi sana?”
- “Sana ne söyledi?” karşılığını verdi. Bayan anlattıktan sonra,
- “Bu son sözlerinle beni mahkum ettin” dedi.
- “Neye mahkum ettim?”
- “Tüm balo süresince başka hiç kimse ile dans etmemeye. Her dansı beraber yapacağız!”
Bu olaydan sonra milletvekili hiç dans etmediği eşini dansa kaldırmaya başlamıştır.
Atatürk’ün çağdaşı olan İzmir’de “Le Levant” gazetesini çıkaran Willy Sperco “Mustafa Kemal Atatürk” adlı yapıtında şöyle diyor:
- “Gazi Mustafa Kemal’i pek çok kere balolarda, resmi kabüllerde akşam yemeklerinde, Ankara ve İstanbul danslarında görme imkanım oldu. Kadınlarla, diplomatlarla konuşuyor, sonra tekrar dans ediyor veya briç oynamak için bir salona çekiliyordu.
- “Nadiren üniformalı polisler tarafından gözetildiği fark edilirdi. Dans sırasında ona yaklaşabilen veya kazara sürtünen kim olursa olsun dudaklarında hafif bir tebessümle özür diliyordu. Zira o da diğer dans edenlerden biriydi. Eylül 1925’te İzmir’de Kızılay yararına bir baloda hazır bulunuyordu. Sofya’da ‘Union Club’ta dans ettiği gibi vali yardımcısının kızını fokstrot yapmaya davet etti. Müslüman kadınlar heyecanla ve hayranlıkla onu seyredip alkışladı.”
Atatürk, Beylerbeyi Sarayı'nda düzenlenen, Balkan Ülkeleri halk oyunları ekiplerinin katıldığı festivalde dans ederken.(2-3 Eylül 1936)
Hava kuvvetlerinde genç bir pilot subay olan Burhan Göksel ağır bir kaza geçirmişti. Ayakları birkaç yerden kırılmıştı. Tedavi için İngiltere’ye gönderildi. Sedye ile gittiği Londra’dan koltuk değnekleriyle anne, babası ve nişanlısı ile geri döndü. Taksim’de bir gece kulübünde ailece oturdukları masada dans edenleri izliyorlardı. Birden içerideki eğlence durdu. İçeri Atatürk girdi. Herkes ayağı kalkıp saygı gösterdi. Atatürk, Göksel Ailesi’ni görünce onların masasına oturdu. Caz başladığında Atatürk, Burhan Göksel’in nişanlısını dansa davet etti. Bir süre sonra masaya döndüler. Atatürk oturdu; ancak genç kız ayakta duruyordu. Atatürk Burhan Göksel’e döndü sihirli ve güçlü gözleriyle baktı:
- “Haydi bakalım havacı, nişanlınla danset!”
Burhan Göksel şaşırdı. Yanındaki koltuk değneklerine baktı. Daha sonra da durumunu aktardı:
- “Henüz yürüyemiyorum, emirlerinizi yerine getiremeyeceğim için çok üzgünüm.”
Atatürk, bu sözleri sanki duymamış gibi,
- “Nişanlını dansa kaldırmanı istiyorum” diye tekrarladı. Bu sözler karşısında ağzından tek söz çıkmayan Burhan Göksel aylardır yanında taşıdığı ve kimbilir daha yıllarca taşıyacağı koltuk değneklerine el sürmeden yerinden kalktı. Nişanlısını yanına alıp salonun ortasına gidip dans etti.
Burhan Göksel’in bu anısını dinleyenlerden biri,
- “Ne kuvvetli emir değil mi?” diye sordu.
Çok eski anılara dönen ve adeta onu tekrar yaşayan Burhan Göksel ona şu yanıtı verdi:
- “Hayır efendim, o bir emir değildi” dedi. “O, Atatürk’ün büyüleme kuvvetiydi.”
Kaynak: Yaşar Öztürk, Bütün Dünya Dergisi, Kasım, 2006