Mustafa Kemal Atatürk Hakimiyet-i Milliye’nin yeni matbaa makinalarını inceliyor. (24.10.1929)
Photo source: Atatürk Gazi Mustafa Kemal, Foto Cemal Işıksel, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1969. Sayfa:52 |
Photographer: Cemal Işıksel |
Mustafa Kemal Atatürk Hakimiyet-i Milliye’nin yeni matbaa makinalarını inceliyor. (24 Ekim 1929)
ATATÜRK’ÜN BASIN ÜZERİNE FİKİRLERİ
Atatürk, Mustafa Kemal adı ile istibdat devrinin askeri okulunda gazete çıkarmaya heves eden ve buna daha o zamanlarda büyük önem veren bir öğrenci olduğunu söylerdi. O devrin gereği olarak hür fikirlerini, gizlide olsa, teksir ederek yazılan gazetelerde arkadaşlarına okutmaktan büyük fayda ümit etmiştir.
Hayata atıldığı zaman da, İstanbul’da Minber gazetesini çıkarmaya teşebbüs ettiğini anlatırdı. Asker, kumandan ve Cumhurbaşkanı iken ise, gazeteci arkadaşlarına verdiği değerin çok fazla olduğunu yakınında bulunanlar bilirler.
1930 yılında, yurt bilgisi konusunda öğretim görevimi yaparken, genellikle “hürriyet” kavramı üzerinde kitaplar okumakta idim. Atatürk için bu konular en cazip bir konuşma sahası idi. Bu husustaki kuramsal bilgileri ve o zaman ki Basın Kanunu’ndan aldığım maddeleri, bir araya getirmiş ve dersimi vermek üzere hazırlanmıştım. Atatürk bu derlemeyi öğrenci için yaralı bulmakla beraber bana “gazeteler” konusunda şöyle bir not yazdırdı:
“ Bu hususta bizce söylenecek sözler, şöyle hülasa edilebilir (özetlenebilir):Matbuatın (basının), umumi hayatta ve Cumhuriyetin terakkiyat (gelişmesi) ve tekamülünde (olgunlaşmasında) haiz olduğu vazifeler yüksektir. Matbuatın , tam ve vasi (yaygın) hürriyeti (özgürlüğü), hüsnü istimal etmesi (iyiye kullanılması) hususu nazik olduğu kayda şayandır (değer).Her türlü kanuni kayıtlardan (yasal sınırlamalardan) evvel bir sahip-i kalem, ilme,ihtiyaca ve kendi siyasi telakkilerine (anlayışına) olduğu kadar, vatandaşların haklarına ve memleketin her türlü hususi telakkilerin fevkinde (üzerinde) olan yüksek menfaatlerine (çıkarlarına) de dikkat ve hürmet etmek manevi mecburiyetindedir.Bu mecburiyettir ki umumi intizamı (genel düzeni) temin edebilir.Maahaza , matbuat serbestisinden (basın özgürlüğünden) meydana gelecek fenalıkları ortadan kaldıracak müessir vasıta (etkili araç) asla mazide (geçmişte) olduğu gibi, matbuat hürriyetini bağlayan bağlar değildir.Bilakis (tam tersine), matbuat hürriyetinden tevellüt edecek (doğacak) mahzurların izale vasıtası (sakıncaları giderecek araç), yine binefsihi (bizzat) matbuat hürriyetidir.”
Bu esas fikirler üzerinde Atatürk, daha pek çok açıklamalarda bulunup örnekler vermişti.O gazetelerin kamuoyu üzerinde etkili olduğunu her vesile ile tekrar etmiştir. Kendisinin hastalık zamanında,okuyup yorulmasının doğru olmadığının doktorlar tarafından tavsiyesine zorlukla uyduğunu daima tanık oluyordum. Bundan dolayı gazeteleri hiç olmazsa görmek ve bazılarının özetlerini dinlemekten vazgeçmemişti. Atatürk Türkiye’de gazetelerin, demokratik bünyemizde vazife göreceğine inanmış bulunuyordu.
Kaynak: Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Afet İnan, 5. Baskıya Hazırlayan Arı İnan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 2007, ISBN: 978-9944-88-140-1. Sayfa:400 - 401
MİLLİ MÜCADELE'NİN GAZETESİ HAKİMİYET-İ MİLLİYE NASIL ÇIKARILDI?
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın (30 Ekim 1918) hemen ardından galip devletlerin Anadolu işgal programları uygulaması 15 Mayıs 1919’da Yunanlıların İzmir’e çıkmaları ile başlamıştı. Bu çıkartmadan bir gün sonra, IX. Ordu Kıtaları Müfettişliği’ne atanan Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan Samsun’a hareket etmiş, Müfettişlik Karargâhı’nın 18 subayı ile birlikte, 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’a gelmişti. Bu olay aslında Mustafa Kemal Paşa’nın işgal kuvvetlerine ve bu işgali hoşgörü ile karşılayan İstanbul Hükümeti’ne karşı Anadolu’da mücadele bayrağını açmak ve mücadeleyi başlatmak için yaptığı kahramanca bir hareketti. Olaylar bundan sonra hızla gelişmeye başladı. Yunanlılar İzmir’den Anadolu içerlerine sarkmağa devam ederken İngiliz, Fransız, İtalyan işgal kuvvetleri de aralarında anlaştıkları gibi Anadolu’yu işgale başlamışlardı. Her ne kadar düşman işgallerine karşı, çeşitli şehir ve kasabalarda direnme güçleri oluşmuşsa da bunlar yeterince teşkilâtlı olmadıklarından güçsüz, hatta başsız kalmaktaydı, öte tarafta Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktığının ertesi günü Sadrazam Damad Ferit’e bir telgraf çekerek “İzmir işgalini milletin asla kabul etmeyeceğini” bildirmiş, Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ile de hemen bağlantı kurmuştu. Mustafa Kemal Paşa, mücaledeyi vatan sathında millet birliğine ve vatan bütünlüğüne dayalı tek bir güçte birleştirmek istiyordu. Bu amaçla Samsun’dan daha içerlere gitmeyi kararlaştırdı. 25 Mayıs 1919 da Havza’ya, 12 Haziran 1919 da Amasya’ya geldi. Amasya’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına bütün illere gönderdiği bir genelgede “Vatanın bütünlüğünün ve milletin istiklâlinin tehlikede olduğunu, İstanbul Hükümeti’nin görevini yapamadığını, milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını...” belirterek Erzurum da toplanmasına karar verilen Kongre’ye her ilden üç temsilcinin gönderilmesini bildirdi. Amasya’da 14 gün kalan Mustafa Kemal Atatürk, buradan Tokat ve Sivas’a da uğrayarak 3 Temmuz 1919 günü Erzurum’a geldi.
Olaylar hızla gelişirken Türk basınının kümeleştiği İstanbul’da padişah yanlısı, Anadolu Kuvay-i Milliye yanlısı gibi kutuplaşmalarda hemen başladı. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini tam bir birlik içinde protesto eden gazetecilerin heyecanı giderek yatışıyordu. Bazı gazeteler işgale yumuşak bakar oldular. Bununla da kalmadılar. Mustafa Kemal’in Anadolu harekâtını devletin başına yeni gaileler açacak ve işgalci devletleri kızdıracak bir macera olarak görmeye başladılar. Bunların başında Alemdar ve Peyam-ı Sabah gazeteleri geliyordu. İstanbul’da Tasvir-i Efkâr, İkdam, Vakit, İleri, Tercüman, Akşam gibi bağımsız gazeteleri de Erzurum’a, Sivas’a muhabirler göndererek, Hükümetin sansür baskılarına rağmen Anadolu harekâtını ve bu harekâtın lideri Mustafa Kemal Atatürk’ü destekliyorlardı1. Başta İzmir olmak üzere Anadolu’nun işgal bölgelerindeki gazeteler çaresiz, işgal kuvvetlerinin sıkı takibi ve sansürü altındaydı. İzmir’de yayınlanan Anadolu, Duygu, Ahenk gazeteleri Yunan bildirilerini yayınlamak zorunda bırakılıyordu. İzmir’de yayınlanan Köylü gazetesi ise tamamen düşman tarafını tutuyordu. İşgal bölgeleri dışında kalan Anadolu gazeteleri arasında Konya’da yayınlanan öğüd ve Babalık, Kastamonu’da Açık Söz gazeteleri açıkça Millî Mücadele’nin yanında ve safında yer aldılar2. Bundan başka Erzurum’da Albayrak, Balıkesir’de Doğru Söz, Adana’da Yeni Adana, Amasya’da Emel, Samsun’da Ahali, Maraş’ta Amal-i Milliye ve daha başka birkaç gazete de Millî Mücadele’yi haber ve makaleleriyle destekliyorlardı3.
Atatürk, Anadolu’da başlattığı Millî Mücadele’nin başarıya ulaşmasında iç ve dış basının ne denli etkin bir güç olduğunu çok iyi biliyordu. Bazı gazetecilik deneyleri de yapmıştı. Harp Okulu’nda öğrenci iken (1896-1902), arkadaşları ile birlikte bir duvar gazetesi çıkarma girişimleri olmuş, bu yüzden izinsizlik cezası almıştı. Mondros Ateşkes Antlaşmasından iki gün sonra, 2 Kasım 1918 de arkadaşı Fethi (Okyar) ile birlikte İstanbul’da Minber adlı siyasi, günlük bir gazete yayınlamışlardı. Dr. Rasim Ferid, Minber’in imtiyaz sahipliğini ve sorumlu müdürlüğünü almış, Atatürk bu gazetede Minber takma adı ile baş yazılar yayınlamıştı. 50 sayı çıktıktan sonra 21 Kasım 1918 de kapanan Minber, Atatürk’ün basına verdiği önemin çarpıcı bir örneğidir.
Atatürk, Anadolu’da giriştiği millî harekâtın haklılığının özellikle dış basında yer almasına titizlikle özen gösteriyordu. Sivas Kongresi’nin yapıldığı günlerde (4-11 Eylül 1919) Amerika’dan Sivas’a gelen Chicago Daily News gazetesi muhabiri Louis E. Browne’a Millî Mücadele’nin haklılığı konusunda geniş bilgiler verdi ve onun aracılığı ile Dünya’ya duyurdu. Daha sonraları Fransız gazeteci Madame Berthe-Georges Gaulis de Anadolu’ya gelerek Ankara’da Atatürk’le görüştü, aylarca kalarak, Millî Mücadele’nin haklılığını Fransız ve Dünya kamuoyuna duyurdu. Atatürk, Avrupa’da kendisi ve Türkiye lehinde-aleyhinde yazılan yazıları, haberleri de titizlikle izliyordu. Cevap verilmesi gerekenlere gazeteler yolu ile cevap verdiriyor, leyhte-aleyte olsun hiçbir yabancı gazeteyle polemik açılmamasına dikkat gösteriyordu. Bu arada Millî Mücadele aleyhinde yayın yapan İstanbul gazetelerinin Anadolu’ya geçmemesi için gerekli önlemlerin alınmasını, Anadolu’da Millî Mücadele safında yer alan gazetelerin en uzak yurt köşelerine, işgal bölgeleri ve İstanbul’a girmesi için çalışılmasını ilgililerden istiyordu4.
Atatürk’ün Millî Mücadele’de Çıkarttığı ilk Gazete: İrade-i Milliye
Erzurum Kongresi’nden sonra Sivas Kongresi de yapıldı ve 11 Eylül 1919 da Kongre sona erdi. Mustafa Kemal’in başkanlığında Kongrece seçilen Heyet-i Temsiliye, bundan böyle Türk Milleti adına Türkiye’yi temsil edecek, Temsil Heyeti en kısa zamanda Meclis-i Mebusa’nın açılabilmesi için milletvekili seçimine başlayacaktı. Bu arada Atatürk Sivas Kongresi’nde alınan kararları ve yapılan işlemleri duyurmak, içte ve dışta kamuoyu oluşturmak amacıyla Sivas’ta hemen bir gazete çıkarılması girişiminde bulundu. Gazetenin adını (İrade-i Milliye) koyarak valilikten imtiyazını aldı. Sahipliği ve mes’ul müdürlüğü Sivas’lı gençlerden Salahaddin’e verildi. Baskı işleri Sivas Valiliği matbaasında gerçekleştiriliyordu. 14 Eylül 1919 günü İrade-i Milliye’nin ilk sayısı çıktı. İrade-i Milliye’nin başlığının altındaki (Metalibi ve Amal-i Milliye’nin Müdafüdir) sözü de Atatürk tarafından yazdırılmıştı. Gazete haftada 2 ve 4 sayfa olarak yayınlanıyordu. İlk sayısına Atatürk’ün direktifi ile Sivas Kongresi’ne katılmış bulunan tarihçi-yazar İsmail Hami (Danişmend) (Harekât-ı Milliyettin Esbabı) başlıklı uzun bir yazı yazmıştı. Yine ilk sayıda Atatürk’ün Kongreyi açış nutku, ayrıca Kongre’nin padişaha çektiği tel, millete bir beyanname, Kongre üyelerinin yemininin metni, Sivas Valisi Reşid Paşa’nın Mamuretilaziz Valisi Galip Bey’in ihaneti ile ilgili Dahiliye Nazırı’na gönderdiği telin sureti yer alıyordu. Gazetedeki haberler ve yazılar Atatürk’ün arkadaştan tarafından hazırlanıyor, Atatürk’e gösterildikten sonra yayınlanıyordu5. İrade-i Milliye gazetesi, Atatürk’ün Sivas’tan Ankara’ya ayrılması tarihi olan 18 Aralık 1919 dan sonra da yayımını sürdürdü. Bu tarihten sonra Atatürk’ün kontrolünden çıkmış, yine de yayımına devam etmesi için çalışılmıştı. Bir ara Atatürk, İrade-i Milliye’nin Ankara’ya taşınmasını istemiş, ancak Sivas’lılar ve gazetenin imtiyaz sahibi, gazetenin Sivas’ta kalmasını istediklerinden, taşınma işinden vazgeçilmiştir6. İrade-i Milliye, Sivas’ta 138 sayı çıktıktan sonra, matbaasının yanmasıyla 1921 yılı başlarında kapandı.
Hâkimiyet-i Milliye’nin Yayınlanışı
Atatürk, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi Reisi” olarak 27 Aralık 1919 günü Ankara’ya geldikten ve Keçiören’deki Ziraat Mektebi’ne yerleştikten iki gün sonra, bir gazete çıkartmağa karar vermişti. Her ne kadar Ankara’da vilâyet matbaasında basılan bir Ankara Vilâyet gazetesi çıkıyorsa da bu düzensiz ve ne zaman çıkacağı belli olmayan Resmi Gazete’de ancak vilâyet ilânları ile bir iki resmi haber yayınlanıyordu. Bunun dışında Ankara’da Heyet-i Temsiliye’nin yayın organı olabilecek bir gazetenin çıkması gerekiyordu. Atatürk, arkadaşları ile birlikte önce gazetenin adı üzerinde durdu. (Anadolu’nun Sesi) adı uygun bulunmuştu. Atatürk, Sivas’ta yayınladığı (İrade-i Milliye) gazetesinin adını bu kez Ankara’da (Hakimiyet-i Milliye) olarak devamını istedi. Gazetenin adı (Hakimiyet-i Milliye) olmuştu. Gazetenin adı konmuştu ama, ortada ne matbaa vardı, ne de kağıt. Valilikten yayın imtiyazının da alınması gerekiyordu. Ankara Vali Vekili defterdar Yahya Galip bu izni kolayca verdi. Gazetenin sahipliği ve yazı işleri Müdürlüğü Recep Zühdü (Soyak) a verildi. Bir matbaa kuruluncaya kadar gazetenin Ankara vilâyet matbaasında yayınlanması düşünülmüştü. O günlerde Atatürk’le birlikte Ankara’ya gelmiş bulunan Mazhar Müfit Kansu, yayınladığı hatıralarında Hâkimiyet-i Milliye’nin çıkışı hakkında bize şu bilgileri vermektedir:
..Ankara’da bir gazetenin çıkmasını ve isminin Hâkimiyet-i Milliye olmasını görüştük ve karar verdik. Gazete çıkabilmek için vilâyet matbaasından istifade etmek lâzımdı. Gerek kağıt ve gerekse tab hususunda muavenete muhtaç idik. Usulen gazetenin nesri için vilâyete müracaatla müsaade-i Tesmiyesini aldık. Muavenet için de vali vekiline beni gönderdiler.
Hükümete gittiğim ve vali vekili Tahya Galip Bey’in odasına girdiğim zaman, defterdar, mektupça, jandarma kumandanı ve sair erkânı vilâyetde odada bir şeyler görüşmekte idiler.
Beni yanına oturtmuştu. Gizlice fısıldama kabilinden: “Paşa ‘nın selâmı var, Hâkimiyet-i Milliye’yi çıkaracağız, bize Vilâyet matbaasından ödünç olarak kağıt vermenizi ve tab için lâzım gelen hurufat vesaireyi ihzar edinceye kadar Matbaai Vilâyetten yardım edilmesini rica ediyor” dedim.
Benim bu gizli sözlerim üzerine Yahya Galip Bey yüksek bir sesle: “Ne demek efendim, gazete çıkaracak iseniz kağıdı vilâyet mi verecek? Matbaa-i Vilâyet sizin malikâneniz midir? Olamaz efendim, böyle şeyler usul ve nizama mugayirdir. Ben usul ve nizama mugayir işler için Heyet-i Temsiliye filan tanımam “ diye attı, tuttu.
Doğrusu ben şaşırdım. Yahya Galip Bey’in bu tarz-ı hareketi ve cevabi beni hayrette bıraktığı gibi, odada hazır bulunanları da hayrete sevk etti.
Benim de sert bir cevap vereceğimi tahmin eden memur efendiler, birer birer odadan çıkıp gittiler. Yalnız kalınca, Yahya Galib Bey bir kahkaha attı: “Nasıl çalımımı beğendin mi? Defterdara, mektupçuya, jandarma kumandanına, ben Heyet-i Temsiliye tanımam filan diye attık tuttuk, Bu adamlar da amma yaman vali, Heyet-i Temsiliye’nin muavenet ricasını reddetti diyecekler. Be birader, böyle şeyler sorulur mu? Matbaa-i Vilâyet de sizin, biz de sizin; ne kadar kağıt isterseniz alınız. Matbaa müdürüne lâzım gelen emirleri veriniz” dedi ve ısmarladığı kahveyi içtikten sonra mektebe geldim.
Vakayı anlattığım arkadaşlarla epice güldük. Bu suretle Hâkimiyet-i Milliye’yi çıkarmağa başladık. Sahib-i imtiyazı Recep Zühtü idi Gazetenin dar ve tahta bir merdivenle çıkılınca hemen iki küçük odadan ibaret idarehanesi vardı. O küçük odanın birinde tahta bir masanın kenarında, beş numaralı kötü bir lambanın ışığı altında Ziya Gevher’i, yazı yazmakla meşgul görürdük.
Akşamları bazı dostlar idarehaneye uğrayarak havadis getirirler, muavenet-i kalemiyede bulunurlardı7.
Gazete idarehanesi için, Ankara’nın Ulus Meydanı’nda ilk Büyük Millet Meclisi binasına yakın Veli Hanı’nın birinci katında iki oda kiralandı. Yazı heyeti bu odaya yerleşti. Vilâyet Matbaası ise Valiliğin alt katındaydı. Matbaanın bir müdürü, kolla çevrilen yaşlı baskı makinesinin bir makinisti, iki-üç te mürettibi vardı. Bu mürettipler günde ancak 2-3 sütün yazı dizebiliyorlar, ikindi ezanı okununca da görevlerinden ayrılarak evlerine gidiyorlardı.
Haftada 2 defa ve şimdilik 4 sayfa olan yayınlanmasına karar verilen Hâkimiyet-i Milliye böyle yetersiz bir matbaada çıkıyordu8.
Gazetenin yazı ve haberlerinin sağlanmasında Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Hakkı Behiç te görev almıştı. Ne var ki, gazetenin başlığı için bir klişe yaptırılamamış, matbaadaki 36 iri punta harflerden bir (Hâkimiyet-i Milliye) dizdirilmiş ve başlık olarak kullanılmıştı. Gazete 57 x 82 boyutlu kağıdın ikiye katlanışı ile 4 sütun üzerinden hazırlanıyordu. Sonunda 10 Ocak 1920 Cumartesi günü ilk sayısı yayınlandı. Başlığın sağında (Sahib-i İmtiyaz ve Müdür-i Mes’ulü Recep Zühdü) (Adresi: Ankara-Hâkimiyet-i Milliye) yazısı okunuyordu. Bunun altına (Abone şartlan: Seneliği 300 kuruştur. Altı aylığı 160 kuruştur) yazılmıştı. Başlığın solunda (Umur-ı tahririye için Hey’et-i Tahririye’ye, umur-ı idare için Müdür-i Mes’ule müracaat olunur) cümlesi yazılmış, altına da (Dercedihneyen evrak iade edilmez. Nüshası 3 kuruştur) ibaresi konmuştu. Başlığın altında da (Mesleği, milletin idaresini hâkim kılmaktır) yazısı okunuyordu, tik sayıda Heyet-i Tahririye imzalı, Atatürk’ün Hakkı Behiç’e not ettirdiği (Hâkimiyet-i Milliye) başlıklı bir başyazı yer aldı. Bütün bir sayfayı dolduran başyazıda gazetenin tutacağı yol ve Milli Mücadele’nin hedefleri şu cümlelerle dile getiriliyordu:
Bugünden itibaren mevki-i intişara çıkan ve sütunlarında bütün Anadolu ile onu alâkadar eden muhitlerin ahvâl ve hadisâtını ihtiva edecek olan gazetemize bu ismi tesadüfi olarak vermedik Gazetemizin ismi, aynı zamanda takip edeceği tarik-i mücâhedenin de nev’idir. Şu halde diyebiliriz ki, Hâkimiyet-i Milliye’nin mesleği, milletin müdafaa-i hâkimiyeti olacaktır.
Cihanın her tarafında, en müfrit ve en yüksek demokrasilere müteveccih inkılâplar vücuda getirildiği, milletler terakkiyat-ı medenîyenin istinat ettiği manevî hâkimiyetlerden bile müşteki bulunduğu, servetler ve maişetler hususunda bile müsavata doğru önüne geçilmez cereyanlar peyda olduğu bir zamanda, bahusus meşrutiyeti getiren inkılâptan on iki sene sonra, tekrar hâkimiyet-i milliye için mücahedeye ihtiyaç görünmesi biraz garip telâkki olunabilir. Böyle düşünecek zevata şimdiden kısaca cevap verelim ki “hâkimiyet-i milliye” hiç bir zaman meşrutiyet demek değildir. Meşrutiyet ancak onun vasıtası olabilir.
Her millet inkılâbım hâkimiyetinin istirdadı için yaptığı gibi, bizde de inkılâbın hedefi hâkimiyet-i millîye idi. İlân-ı meşrutiyeti takip eden ilk birkaç sene içinde bu hedefe az çok yaklaşıldığı halde, bir taraftan irtica korkusunun tazyike başladığı hürriyetler, diğer taraftan mukadderat-ı millete bilâ-rekabet vaz’ı yed etmek ihtiras-ı garibinin bulandırdığı müşevveş dimağlarla birleşerek rid hareketlere sebep oldu; ve millet hissetmeyerek bir lâhza elde tuttuğunu zannettiği hâkimiyeti başından geçen velveledâr fırtınalara kaptırmış bulundu. Bir gün geldi ki hürriyetten bahsedilip dururken hiç kimse istediği gibi hareket, en meşru işlerinde dahi nefsinde mezuniyet göremez oldu ve hâkimiyet-i milliye namına geçmiş zamanların belirsiz bir hatırasından başka bir şeye mâlik olmadığını hissetti.
Buna tahammül edilemezdi. Çünkü o hâkimiyeti ele geçirinceye kadar ne fedakârlıklar yapılmış, ne kurbanlar verilmiş, otuz üç senelik bir saltanat-ı mezâlimin ne kara günleri, ne acıları, ne felâketleri çekilmişti. Fakat daima hududun bir köşesinden, mütecessis ve hâin, bir fırsat-ı tecavüz bekleyen düşman gözler, hiç bir gün parlamaktan hali kalmadı; ve millet hâkimiyetini yine ona istinaden gasbedenler, daima ufkun o iki yuvarlak ateşle parlayan noktasını göstererek tehditkâr bir ittisa ile taşmak istidadını gösteren sabır ve tahammülü teskin ettiler. Muvaffak oldular. Çünkü bu millet, hayat ve mevcudiyeti nâmına her fedakârlığı bilâtereddüd kabulden hiç bir gün çekinmemişti. “Endişe-i vatan” karşısında onun unutmadığı kin ve intikam, terk ve feda etmediği emel ve menfaat, göze aldırmadığı vak’a ve tehlike yoktu. Mevcudiyetini koyduğu bu muharebede kendisine zafer vaadedenlerin, hâkimiyetine tecavüz etmelerini hoş gördü. Fakat zafer yerine hezimet gelince, bu millet dünyanın hiç bir milletinde bulunmayan büyük ve metin bir ulüvv-i cenâb ile hâkimiyete sahip olduğunu gösterdi. Başında bulunanları kırdı, devirdi.
Mütareke’yi müteakip, intizar olunuyordu ki, hâkimiyet-i millîye, artık onu iptale haris olan pençelerden tahlis edildiği için millete telâfi-i mâfât yolunda yüksek ve müessir bir âmil olacak sulhu ve onun istikbale râci olan şeraitini temin hususunda her şeyden ziyade kuvvetli olan mevcudiyet-i milliyeyi izhar ve ispat edecek, hezimetin dağıttığı muhtelif kuvâ-yı milliyeyi tevhid ve telif ederek hedefe sevkeyleyecek... Evet, böyle zanolunuyordu. Meğer bu memleketin harabe-i hâkimiyeti üzerinde kirli ve çamurlu yuvalar kurmak isteyen baykuşlar daha ekşitmemiş... Meğer maziye karıştığını zannettiğimiz devr-i mezâlimin rüya-yı avdetiyle dem-güzâr olanlar, müstakbel saraylarının altın emellerini bu zavallı milletin kafatası üzerinde kurmak isteyen Hülâgu ahfadı daha varmış... Mütareke’nin hemen ferdasında iğrenç bir manevra ile mevki-i iktidara öyle hükümetler çıktı ve ilk darbe ile yıktıkları hâkimiyet-i milliyenin aks-i tesiratından korkarak öyle hıyanetler irtikap ettiler, memleketi düşmanların taksim masasına kolları bağlı sürüklemek, milleti mezbaha-i tarihe gözleri kapalı sevketmek için düşman kuvvetlerine istinat ederek öyle şenaatler vücuda getirdiler ki, millet bu defa bütün kuvvet ve azameti ile mevcudiyetini ve hâkimiyetini fiilen izhar etmek ıztırânnda kaldı. İşte Kuvâ-yı milliye, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Teşkilâtı bu ıztırann mevlûdu ve bu ahval ve hadisâtın netice-i tâbiîyesidir. Hâkimiyet-i Milliye gazetesi de bu hadisâttan doğuyor.
Bundan sonra hâkimiyet-i milliye ihlâl edilemez; buna şüphe yok. Millet bu en sonuncu tecrübesinden o kadar büyük bir intibah ile çıktı ki, artık hâkimiyet onun dimağında on iki sene evvelki hatırasından daha çok derin, daha pek çok nüfus etmiş bir iz teşkil ediyor. Melekât-ı dimağiyesi bu iz üzerinde tavakkuf etmedikçe işleyemez. Fakat memleketimizde hâkimiyet-i milliyenin düşmanları o kadar alçak ve o kadar zelil mahiyettedir ki düşman himayelerine sığınarak, ecnebi kuvvetlerinden imdat umarak milletin sadâ-yı hakk ve hâkimiyetini boğmak teşebbüsünden kolay kolay vazgeçeceklerini zannetmiyoruz. Vaktiyle büyük inkılâplar sırasında saraylarını düşman askerlerine muhafaza ettiren, milletlerine düşmanlarının süngülerini davet eyleyen hükümdarlar bile görülmüştü. Fakat unutulmamalıdır ki bu hükümdarlar siyaset meydanlarında can verdiler ve daha fenası, bütün beşeriyetin hafiza-ı teltninde yaşıyorlar. Hükümdarları affetmeyen hâkimiyet-i milliyenin birkaç türediyi ne dereceye kadar hazmedebileceği meydandadır. İşte gazetemiz, milletin hâkimiyetine musallat olmak isteyecek eşhasa karşı mücâhede ve mücâdele için intişar ediyor.
Hâkimiyet-i milliye’nin mücâhedatına daha çok zaman ihtiyaç görüyoruz. Meşrutiyetin, meclislerin, oralarda herhangi birkaç manevra ile ihraz-ı ekseriyet edecek fırkaların, siyasî zümrelerin arkasında, Anadolu’nun saf, dûr-endîş, mütevekkil ve âlicenap, fakat daima azim ve iradesine mâlik vicdanını kendine rehber edinerek Hâkimiyet-i milliye yaşayacaktır.
Hâkimiyet-i milliye üç büyük istinadgâh tanır: Zekâ, irfan, hamiyet... Bunlar haricinde hiç bir şeye istinat edemez. Milletin hâkimiyetine sermayelerin, ne içi boş siyasetlerin, ne kinlere, menfaatlere, ikbal ve istikballere müteveccih geçici heveslerin bâzîçesi olamaz. Millet yaşamağa, hür ve müstakil yaşamağa, yaşadıkça da mesut ve mütekâmil bir unsur-ı terakki olmağa muhtaçtır. Hâkimiyetini bunun için istimal edecektir. Gazetemizin de gayesi milletin bu ihtiyacıdır.
Heyet-i Tahririye
Hâkimiyet-i Milliye’nin 10 Ocak 1920 tarihli ilk sayısında, Bursalı hanımların Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Heyeti’ne çektikleri işgali protesto eden uzun telgrafı ile güneyde Fransızların Maraşı işgallerini protesto eden Pazarcık Müftüsü, Belediye Başkanı ve halkın telgrafına yer veriliyordu. Bu telgraflarla her şehrin, her kasabanın işgal kuvvetlerinin eylemlerini protesto etmeleri için Anadolu’ya mesajlar veriliyordu.
Nitekim bu yayınlardan sonra protesto telgrafları ve mitingler artmış, Anadolu’nun her köşesinden sesler gelmeye başlamıştı. Ayrıca ilk sayıda Azerbeycan, Gürcistan olaylarına da yer verilmiştir.
Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin ilk sayısının kaç adet basıldığı hakkında kesin bilgimiz yoksa da o günü yaşayanların ve araştırıcıların notlarından bunun 1200-1500 adet olduğu sanılmakta, yandan fazlasının ordu birliklerine, il ve ilçeler, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine, valiliklere, dış temsilciliklere ve gerekli görülen yerlere dağıtıldığı bilinmektedir. Gazetenin çıktığı ertesi günü, 11 Ocak 1920 günü Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri Merkez Heyetlerine şu genelge gönderildi9:
“Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti meslek ve programı dahilinde ve Heyet-i Temsiliye’nin nezareti altında Ankara’da haftada iki defa neşredilmeğe başlanan “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesinin ilk nüshasından miktar-ı kâfi posta ile gönderilmiştir. Seneliği üç yüz, altı aylığı yüz altmış kuruştan abone kaydedileceklerin abone bedellerinin Ziraat Bankası vasıtasıyla irsali ve bu bapta delâlet ve teşvikat icrası bilhassa rica olunur.
Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal
Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa, 13 Ocak 1920 günü 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya da bir telgraf göndererek Ankara’da Hâkimiyet-i Milliye adında bir gazete çıkarılmağa başlandığını, görünüşte özel bir gazeteye benziyorsa da yazılarının Temsil Heyeti tarafından verildiğini bildirmiştir10.
Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin başyazılarına imza konmamış, bazı makalelerin altına tek bir yıldız atılmıştır. Bu yazıların Atatürk’ün kaleminden çıktığı ya da Atatürk tarafından dikte ettirildiği söylenmektedir11.
Her ne olursa olsun, Hâkimiyet-i Milliye dar kadrosu ve yetersiz matbaasında bir dava gazetesi olarak yayınını sürdürmekte kararlıdır. Bir defasında Mustafa Kemal, ayrıca gazetenin imtiyaz sahibi ve yazı İşleri Müdürü Recep Zühdü imzasıyla 5 Mart 1920 de İstanbul’da Harbiye Nezareti Başyaveri Salih Bey’e bir telgraf çekilmiş, çok acele bir şapoğraf makinesi, yeteri kadar yedek muşambası ve mürekkebi istenmiştir12. Eskişehir Mutasarrıflığından istenen 442 okka gazete kağıdından 272 okkası ancak 20 Nisan 1920 de Ankara’ya ulaşmıştır13. İstanbul’dan gönderilecek kağıtların da Bursa’ya celbi konusunda Mustafa Kemal Bursa’da 14. Kolordu Komutan Vekili Bekir Sami Bey’e de 14 Nisan 1920 tarihli bir telgraf göndermiştir14. Bu telgraflardan anlaşılacağı üzere, matbaa makinesinin yanında kağıt sıkıntısı da son safhadadır. Birkaç kez, Ankara çarşısında esnaftan paket kağıdı aranmış, bunlardan uygun bulunanlara gazete basılmıştır. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Atatürk Arşivi’nde, çıktığı günden itibaren Hâkimiyet-i Milliye gazetesi’ne abone sağlanması, abone bedellerinin Ziraat Bankası aracılığı ile Ankara’ya gönderilmesi, postalanan gazetelerin mahallinde ve ilgililere gereğince dağıtılması konusunda Mustafa Kemal imzalı Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve askerî birliklere gönderilmiş pek çok telgraf kopyesi vardır. Bunlar arasında Nazilli Mevki Komutanı Servet Bey’in 14 Ocak 1920 de Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği bir telgrafta Hâkimiyet-i Milliye’nin yazılarıyla kimin uğraşacağını soran telgrafı da vardır. Verilen cevapta Hâkimiyet-i Milliye’nin yazı işleri ile Heyet-i Temsiliye’den Hakkı Behiç Bey’in uğraştığı bildirilmiştir15.
Hâkimiyet-i Milliye, daha çıktığı gün bir başyazı ile tavrını vatan ve milletten, milletin hâkimiyetinden yana koyduğunu, açıkça “Kuvây-ı Millîye” taraftan olduğunu ilân etti. Anadolu harekâtını başından beri kötüleyen ve Kuvây-ı Milliye aleyhinde yazılar yazan bazı İstanbul gazeteleri Hâkimiyet-i Milliye’nin çıkışından hoşlanmayacakları belli idi. Gazeteyi kötülüyor, milleti, sonu karanlık bir maceraya sürüklemekle suçluyorlardı. Hâkimiyet-i Milliye ise, bu bozguncu gazetelere cesaretle yaylım ateşi açıyor, Anadolu’nun bu gazetelere karşı sert tutumuna geniş yer veriyordu. 2 Şubat 1920 tarihli sayısında Sivas’taki Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti üyelerinin İstanbul’daki Osmanlı Matbuatı Cemiyeti’ne çektikleri telgraf (Anadolu’dan Acıklı Bir Sadâ) başlığı ile yayınlandı. Türk kadınlığının övünç yaftası olabilecek bu telgraf aynen şöyledir16:
Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti İstanbul’da Matbuat-ı Osmaniye Cemiyeti’ne bir telgraf çekmiştir. Telgrafın İstanbul matbuatında henüz intişar edemeyan bir suretini dercediyoruz:
İsimleri, meslekleri, maksatları sahib-i imtiyazlarının, müdir-i mesullerinin, muharrirlerinin şahsiyetleri herkesçe malûm olan iki üç gazetenin hayat ve memat mücadelesinde bulunduğumuz şu ân-ı mühimde bütün millet-i necîbe-i Osmanîyeyi vahdet dairesinde harekete davetle memleketi kurtarmak için umuma nesâyih-i vatanperverânede bulunacakları yerde, sükûnu ihlâl, sade-dilânı iğfal, ahlâk-ı umumîyeyi ifsat edecek neşriyat-ı nifakcûyânede bulunduklarım görüyor ve işitiyoruz. Memleketimizi düşmanlar taksime çakşırken onlara manen, maddeten yardım eden memleketin bu hayırsız evlâtlarını kadın kalbiyle tel’in ediyoruz. Bu gazetelerde yazılanlarla, yazanlardan nefret etmeyen hakiki bir Türk, Müslüman tasavvur edemeyiz. Bu efendiler acaba ne istiyorlar? Memleketimizin en mühim, en güzel aksamının işgal altında, dindaşlarımızın zulüm ve istibdat içinde inlediğini bilmiyorlar mı? Bu efendiler agrâz-ı şahsîye ile uğraşacaklarına, ortaklığa nifak, fesat tohumu saçacaklarına memleketin uğradığı şu felâkete karşı bir tedbirleri varsa onu söylesinler. Yoksa memleketi bu badireden kurtarmak isteyen birtakım erbâb-ı hamiyeti şu ittihatçı imiş, diğeri İtilafçı imiş diye şaibedâr etmekle memlekete, hattâ kendilerine ne fayda olduğunu bir türlü anlamıyoruz- Yalnız anladığımız, bildiğimiz bir şey varsa, biz bu İttihatçıdır, İtilâfçtdtr propagandalarını artık dinlemiyoruz ve dinlemeyeceğiz. İttihatçı da, İtilâfçı da bu memleketin evlâdıdır. Elverir ki bunlar memleketini sevsin ve bu memleketin evlâdı olduğunu unutmasın, vicdanını milyonlar pahasına satmasın. İyi bilmelidir ki, birkaç alçak İttihatçı için memleketin bütün güzide evlâtları lekelenemez. Bugün Anadolu ahalisi, kadın, erkek, cümlemiz fırka isminden bile nefret ediyoruz. Çünkü artık tefessüh etti. Bizler fırka filân istemediğimiz gibi birkaç kişinin fırka kavgasına da memleketimizi feda edemeyiz. Anadolu fırka istemiyor ve istemeyecek. Fakat evvelce fırkalara mensup olan namuslu vatanduşlarını da ittihatçıdır, İtilâfçıdır diye feda edemez- Biz bugün bütün Anadolu’nun müdafaa-i hukuku nâmına toplanmış kadın ve erkekten mürekkep bir kitle halinde memleketlerimizin müdafilerîyiz. Bunu bilsinler. Eğer bu efendilerin maksatları her teşebbüs-i hayrı akamete mahkûm eylemek, memlekette hiç bir namuslu adam bulunmadığını ilân etmekten ibaret ise, irtikâp ettikleri şu hal millet, memleket nâmına hıyanettir. Tarihten korksunlar. Avrupalılar, bir memlekette intişâr eden gazete, o memleket ahalisinin efkâr-ı umumîyesini temsil eder, itikadındadırlar. İşte bağırarak söylüyoruz ki, bu efendilerin neşriyatı Anadolu efkâr-ı umumîyesine katiyen temas bile edemez. Anadolu’nun nezîh, saf muhitine bu paçavralar tercüman olamaz. Onların bedhâhâne neşriyatım bütün kalbimizle protesto ediyoruz. Millet-i Osmaniye’nin kitle-i vahide halinde memleketlerini kurtarmak için çalışmasını istiyoruz- Harpte en ziyade felâket çeken biz zavallı Anadolu kadınlarıyız. Beş senedir bu harbe evlâtlarımızı, kocalarımızı, kardeşlerimizi memleketin müdafaası için verdik Kendimiz toprak kazdık, öküzlerin yerine saban çektik. Sahne-i harpte sırtımızla askerimizin erzakını taşıdık Taş taşıdık. O efendilerin hanımları gibi paşa babalarımızdan kalan Büyükada’daki köşklerimizde, Şişli’deki konaklarımızda zevçlerimizle karşı karşıya oturup zevk etmedik Ve şimdi de zevçlerimizin bol bol, kolay kolay kazandıkları paralarla tuvaletler yaparak otomobillerde gezmiyoruz- Verdiğimiz kurbanlara gözyaşları döküyoruz. Onların ruhunu şâdetmek için elimizde kalan bu mübarek toprakların müdafaası yolunda erkeklerimizle beraber feda-yı cana azmettik. Bu efendilerin damarlarında Türk ve Müslüman kanı varsa memleketin selâmeti nâmına rica ediyoruz: Sükût etsinler... Eğer sükût etmeyip böyle ahlâksızca neşriyatlarında devam edecek olurlarsa gazetelerine boykot yapacağız- Gazetelerini okumadığımız gibi memleketlerimize de katiyen sokmayacağız- Ve buna suret-i kat’iyede muvaffak olacağız- Bizi buna mecbur etmesinler. Çünkü ne olursa olsun, bir İslâm gazetesi hakkında boykot yapmak vicdanımıza ağır gelecek ve izzet-i nefsimize dokunacak. Fakat ne yapalım?.. Gazetelerde gördüğümüze nazaran Hürriyet ve İtilâfa mensup mebusları merkez-i umumî istifaya davet ediyormuş. Buradaki maksat nedir? Bittabi uzak yerlerdeki mebuslar geç gelebilecekler, bir kısmı da bu suretle istifa ettirildiği takdirde sulh konferansının kararından evvel ekseriyet hâsıl olmayarak meclisin içtima edememesini temin etmekten başka ne fikre mahmul olabilir? Şu halde, bu felâketin müsebbibim de memlekete bu nifakı sokan efendiler olmayacak mı? Hangi fırkaya mensup olursa olsun, muhterem mebuslarımızdan rica ediyoruz: Kendilerini mebus intihap etmekle haklarında pek büyük itimat göstermiş olan milletin emniyetini suistimal ile üç beş kişinin oyuncağı olarak istifa etmesinler. Bu, vicdansız bir hareket olur. Bugün millet İttihat, İtilâf fırkası tanımıyor. Tekrar söylüyoruz ki fırka istemiyoruz- Fırkayı memleketimizde adeta tefrika addediyoruz. Buna sebep olan üç beş kişiye, diktatörlükleri, zulümleri, yanlış hareketleriyle memleketimizi felâkete sürekleyen Enver’lerden, Cemal’lerden, Talat’lardan ziyade lanet ediyoruz. Çünkü bu efendiler bilerek, akılları ererek, ilimleriyle, irfanlarıyla memleketlerine fenalık ediyorlar. Kendilerini büyüten, yetiştiren memleketleri nâmına insafa, din kardeşleri nâmına vicdana davet ediyoruz.
Sivas Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti
İstanbul’un İngilizler tarafından işgali ve Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması ile milletvekillerinin tevkifi haberi Konya’ya ulaşır ulaşmaz, Konya’da büyük bir miting düzenlenmiş ve olay şiddetle kınanmıştı. Hâkimiyet-i Milliye 13 Nisan 1920 tarihli sayısında bu miting dolayısıyle çekilen aşağıdaki telgrafa geniş yer ayırdı17.
İngiliz Kuvâ-yı askeriyesi tarafından İstanbul’un bilumum devâir ve müessesât-ı milliye ve resmîyesiyle beraber en iptidaî esâsât-ı beşeriyeye mugayir bir suret-i gaddârânede cebren işgal olunduğu ve mebuslarımızdan bazılarının meclis-i millîden cebren alınarak şâir birçok vatanperverân ile beraber saltanat-ı milliyeyi takdis eden medenî milletlerin yüzünü ilelebet kızartacak bir şekilde tevkif edildiğini kemal-i teessür ve heyecanla işittik. Şu tedâbîr-i zecriye bütün âlem-i İslâm’ın kalbgâhı olan makam-ı hilâfeti ve yedi asırlık Osmanlı hükümet ve hâkimiyetini ve kadîm Türk-Müslüman milletinin hayat ve mevcudiyetini müdafaaya azmeylemiş olan biz Türk ve Müslümanları bu azm-i kavimizden çeviremez. Binaenaleyh yirminci asr-ı medeniyetin vaz’-ı esasını icra etmeğe çalıştığı milletlerin hürriyeti cebir ve tahakkümün izâlesi, serbestî-yi edyân ve ictihad prensiplerinin ayaklar altına alınarak yapılan şu hareket-i hak-şikenâneyi vicdan-ı umumî-yi beşere ilâm ve iblağ ediyoruz.
Kavâid-i hakk u adle ve esasat-ı cemiyet-i beşeriyeye istinat eden Wilson prensiplerine müstenit bir mütareke ile esbâb-ı müdafaasından tecrit edilmiş olan millet-i Osmaniye’nin tarih-i milel ve ümemde emsali nâmesbük bir sûikasda mâruz bırakılması, beş seneden beri devam eden Harb-i umumînin esbâb ve avâmil-i esasîyesinden olarak ilân olunan “Kuvvetin zafiyete men-i tahakkümü” veya “ Zaîfin kaviye karşı muhafazası” prensibi ile kabil-i te’lif olmadığının takdirini, resmî Avrupa’nın değil, ilim ve irfan, fikir ve iz’an sahibi Avrupa ve Amerika vicdan-ı umumîyesine tevdi eyler ve bu hadiseden tahaddüs edecek vakayı ve mesuliyet-i azîme-i tarihîyeye nazar-ı dikkat-i beşeriyeyi celbederiz-
Hilâfet, hükümet ve mevcudiyetimizi muhafaza uğrunda mücahedemizin meşruiyet ve kudsiyeti en müşkil anlarda bile inayet ve tevfîkat-ı samadanîyeye mazhariyetimizi mübeşşerdir.
(Miting ve Belediye Reisi Vehbî, ulemâdan Ali Kemal, ulemadan Tahir, etibbâ-yı askerîye mütekaidi ve meclis-i idare azasından Yusuf Ziya, meclis-i umumî azasından Yusuf Ziya meclis-i umumî azasından Hilmi, Ticaret Odası Reisi Mehmed, belediye azasından Hilmi, Ticaret Odası reisi Mehmed, belediye azasından Mehmed Said, Gayret gazetesi müdürü, belediye hukuk müşaviri, vükelâ-yı deâvîden Refik, Ümran şirketi müdürü, Türk Ticaret Bankası müdürü esrafftan Mutyabzâde Rifat, belediye azasından Bakkalbaşızâde Şemşeddin, Bakkaliye şirketi Müdürü Mustafa, sultanî muallimlerinden Arif, Rençber şirketi müdürü Ahmed Hıfzı, vükelâ-yı deâvîden Eyüp Sabri, Belediye Mühendisi Ethem İzzet, meclis-i umumî azası ve tüccardan Tusuf, tüccardan Haazâde Mehmet Ali...)
23 Nisan 1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi 28 Nisan 1920 tarihli sayısında bu açılışı (Büyük Millet Meclisi) başlığı ile şöyle verdi18:
(Geçen nüshamızda yazmış olduğumuz veçhile Nisan’ın yirmi üçüncü cuma günü Büyük Millet Meclisi ne kadar vakur ve müdebdeb ise o kadar da kalbî ve samimî merasim ile açılmış, o gün Ankara şehri hakikaten tarihî bir vak’aya sahne olduğu gibi bu vakıa ile Osmanlı tarihine dahi kıymet ve ehemmiyeti çok yüksek yeni bir sahife ilâve olunmuştur. Uzun ve cihanşümul bir harbin bunca fedakârlıklarından sonra vatanın maruz bırakıldığı tehlike-i inhidam u indiras karşısında milletin müttehid ve azimkar bir harekete en yüksek derecesinde bir kabiliyet-i hayatîye göstermesi yalnız bizim tarihimiz için değil, bütün insaniyet tarihi için büyük bir vak’a-i inkılâbîye addolunsa yeridir. Harb-i umumînin hayat-ı insaniyette husule getirdiği yeni cereyan, milletlerin hürriyet ve istiklâl haklarının daha bariz bir şekil alması suretinde tecelli etmiştir. Onun içindir ki bugün cihanın bütün kavimleri hürriyet ve istiklâl his ve hareketleri içinde çalkalanıp duruyor. Asırlardan beri istiklâl ve hâkimiyetle yaşamış olan milletimiz için böyle bir hengâmede, hususuyle kendisine göre en hayatî maddeler olan istiklâl ve hâkimiyeti tehlikede görünürken, asabiyet ve heyecanla harekete gelmemek mümkün olmazdı, işte Büyük Millet Meclisi böyle ve bu kadar mukaddes bir heyecan ve asabiyetin mahsûl-i güzînidir.
Bir ay zarfında ve fevkalâde bir surette icra kılman intihabat neticesinde taayyün eden mebuslar peyderpey Ankara’da toplanıyorlar, işgal ve esaret altına geçen ve dehşetli bir tazyik altına alman İstanbul’dan kaçabilen diğer mebuslar dahi yine Ankara’da onlara iltihak ediyorlardı. Nihayet Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan Cuma günü küşâd edilmesi karargir olarak o gün mebusân-ı kiram ile beraber küçük büyük bilumum memurîn-i hükümet ve eşrâf-ı ahali-yi memleket Hacı Bayrak Veli Cami-i şerifinde toplanmaya müsâraat ve bir cemat-i kübrâ ile cuma namazının edasından sonra önde lihye-i saadet ve sancak-ı şerifi hâmil bir heyet-i ulemâ ve meşâyih tekbir ve tehliller ile kulûb-ı müminine ruhanî feyzler saçtıkları ile Büyük Millet Meclisi dairesine muvasalat olunmuştur. Meclis-i Âlî’nin kapısında beliğ bir dua ile kurbanlar-zebhini müteakip herkes içeriye dahil olmuş ve lihye-i saadet ile sancak-ı şerif kemâl-i ihtiram ile kürsi-yi riyaset üzerine vaz’olunarak Zaten cami-i şerifte başlamış olan hatm-i Kur’an Ue Buhari-yi şerif kıraatinin son kısımları yümnen orada ikmak edilmiş ve buna da hal ve zamanın muktezâsma tamamen mutabık bir duayı müteakip Reis Sinop mebusu Şerif Bey riyaset mevki’ine çıkmasıyla Büyük Millet Meclisi açılmıştır.
Büyük Millet Meclisi’nin birinci içtimaını aynen ve pek ziyade şâyân-ı dikkat beyanata sahne olan ikinci içtimaını da aksâm-ı mühimmesi itibariyle telhisen ikinci ve üçüncü sahifelere dercediyoruz- Bugün burada ilâve edeceğimiz bir şey varsa o da Büyük Millet Meclisi’nin mesaî-yi vatanperverânesinde muvaffak bil-hayr olması temenniyâtını tekrardan ibaret olacaktır.)
Hâkimiyet-i Milliye’nin 28 Nisan 1920 tarihli sayısındaki bir önemli haber de İstanbul Hükümeti’nin Harbiye Nazın Fevzi (Çakmak) Paşa’nın gizlice Anadolu’ya geçerek, 27 Nisan’da Ankara’ya geldiği Ankara İstasyonunda Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal (Atatürk) ve pek çok mebus tarafından törenle karşılandığı, Fevzi Paşa’nın doğruca Meclis’e gelerek İstanbul’un işgali hakkında herkesi üzen ve ağlatan bir konuşma yaptığıdır.
Hâkimiyet-i Milliye, zor şartlar altında bir hamle yaparak 47’nci sayısı ve 18 Temmuz 1920 tarihinden sonra haftada üç gün çıkmağa başladı. Bu sıralarda Ankara’da bir gazete daha çıkmağa başlıyordu. İstanbul’da yayınlanan Yeni Gün gazetesi sahibi Yunus Nad (Abalıoğlu) Anadolu’ya geçerek Ankara’ya geldi. 1 Ağustos 1920 gününden itibaren (Anadolu’da Yeni Gün) adıyla, gazetesini çıkarmağa başladı. İlk günler Ankara’da Vilayet Matbaası’nda basılan Anadolu’da Yeni Gün, cumartesi dışında her gün çıkıyordu. Yunus Nadi gazetesi için İstanbul’dan mürettipler (dizgiciler) getirmişti. Bunlardan birkaçı Hâkimiyet-i Milliye’ye verildi19.
1920 yılı Eylül ayında Eskişehir’de Yeni Dünya adında gündelik bir gazete çıkmaya başladı. Gazeteyi Çerkeş Etem destekliyor ve Rusya’dan yardım görüyordu. Söylenenlere göre Eskişehir’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin halktan toplanan paraları ile Eskişehir’de iyi bir durumda olan Ticaret Matbaası satın alınmış, Çerkeş Ethem’in emriyle bolşeviklik propogandası yapmak üzere gazeteci Arif Oruç’a verildi. Aynı yılın aralık ayında Yeni Dünya gazetesi Ankara’ya getirildi. Çerkeş Ethem, olayından sonra onun ihanetini paylaşan Yeni Dünya’ya el konularak, dizgi kasaları ve makineleri Hâkimiyet-i Milliye gazetesine devredildi20.
Atatürk, Hâkimiyet-i Milliye’ye her gün çıkartmak kararındaydı. Yeni Dünya Matbaası’nın Hâkimiyet-i Milliye’ye devrinden sonra bu mümkün olabilirdi. Gazetenin 100. sayısı 22 Ocak 1921 de çıkmış, ondan sonra yayınına iki hafta ara verilmişti. Gazeteci Ömer Sami Coşar bundan sonrasını şöyle yazıyordu21.
(Matbaa makinesi, Taşhan karşısındaki Velihan’ın ahırına yerleştirilmişti. Bu ahırı kova kova su dökerek temizlemeye çalışmışlar, harf kasalarını da bir köşeye dizmişlerdi. Teni makinenin yanında Vilâyet Matbaası taş devrinden kalma bir yaratığa benziyordu. Hele yeni makinenin bir gaz motoru vardı ki, bunun yardımı ile sahifeleri basabiliyor, elle çevirmeye lüzum kalmıyordu. Ahırın biraz ötesinden dar merdivenlerle çıkılan iki oda. Yıllar boyu kimbilir kimler yatmış buralarda? Odalardan biri gazetenin yazı odası, diğeri de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin merkezi.
Anadolu’nun bu tarihî hanın ahırı mürettiphane olduğu sıralardaydı. Mustafa Kemal Paşa yatıp kalktığı istasyondaki binada Hüseyin Ragıp’ı (Boydur) karşısında oturtmuştu.
“HÂKİMİYET-İ MİLLİYE”yi her gün çıkaracağız. Bununla sen meşgul olacaksın. Her gün de oraya başmakale yazacaksın!”
Ankara, çete devrinden muntazam ordu kurma yoluna yeni girmiş, bir ay önce de I. İnönü Caferi’ni kazanmıştı. Daha önünde nice badireler vardı. Gene de Mustafa Kemal o andan itibaren gazetesi ile ana fikirlerini yayarak devletin, yeni rejimin temellerini atmak azmindeydi. Fikrini açıkladığı Hüseyin Ragıp, meşrutiyetin yetiştirdiği genç kıymetlerden biriydi. Tarih, coğrafya öğretmenliği yapan, lisan bilen bu genç vazifeyi kabule hazırdı fakat benimsediği inkılâp fikirlerine rağmen bir ihtilâlci değildi. İleri bir şart sürmüştü:
“- Paşam, sizden direktif almak sortiyle başmakaleleri imzam altında yazarım. Fakat sizin bunları görmeniz şartiyle!”
Mustafa Kemal kabul ediyordu. Ve 6 Şubat 1921 sabahı, Velihan’ın ahırını gürültüye boğan makineden HÂKİMİTET-İ MİLLİYE’nin ilk günlük nüshası çıkıyordu. O sabah güneş daha yeni yükselmişti ki, şehirde mevcut tek otomobil hanın avlusuna kadar giriyordu. Mustafa Kemal gelmişti. Köhne merdiyenin her basamağı, çizmelerinin altında ayrı ayrı ses vermişti. Yazı İşleri odasında iskemlelerden birine ilişmiş, günlük başlayan gazetesinin bu ilk nüshasını bir müddet sevinçle seyretmişti. Öylesine mesuttu ki! Tek yapraklı da olsa şu gazete ile, çok karışık bir manzara arzeden Meclise de istikâmet verebilecekti.
Bu defa (cumartesinden maada her gün neşrolunur) cümlesini başlığına yerleştiren HÂKİMİYET-İ MİLLİYE’de bir değişiklik daha vardı. Başyazarının Hüseyin Ragıp olduğu da ilân ediliyordu. Ankara Hükümeti temsilcilerinin davet edildiği Londra Konferansı hakkında olan başyazının altında da Hüseyin Ragıp’ın imzası bulunuyordu. Gazete, günlük intişarını da şöyle bildiriyordu:
“HÂKİMİYET-İ MİLLİYE iki senelik mücaheheden sonra bugünden itibaren yevmi olarak ve karilerinden mazhar olduğu teveccühe daha lâyık bir surette intişara başlıyor. Hâkimiyet-i Milliye karilerinin bu muhabbet ve teveccühüne istihkak için tekemmülüne ait bütün tedbirlere tevessül edecektir. Bunun için karilerini Hükümeti Millîyenin dahili ve harici siyasette takip edeceği hareket ve icraatından muntazaman haberdar edecek ve devrin edebi, ilmî ve fennî cereyanlarını mütehassıs imzalarla sahifelerinde nakleyliyecektir. Hâkimiyet-i Milliye, bütün sevahilimizde Paris, Roma, Berlin, Budapeşte, İsviçre ile Amerikada da muhabirler temin etmiştir. Bu tedarikanın gazeteye verebileceği kemali şimdiden söylemekten ziyade zaman ile göstermeyi daha muvafık buluyoruz. Tevfik Allah ‘tandır.”
O günleri yaşayan gazeteci ve yazar Enver Behnan Şapolya da şunları söyler22!
İşte bu sıralarda, İstanbul’dan kaçıp gelen Ziya Gevher Etili, Hâkimiyet-i Milliye yazı işleri müdürü oldu. Gazetenin kadrosu da tamamlandı. Baş mürettipliğe Ahmed Ulus, geldi. Mahiyetinde altı mürettip vardı. Muhabirliğe Ali Baba, İhsan Beyler bakıyordu. Bu kadro ile Hâkimiyeti Milliye mükemmel bir surette çıkmaya başladı. Gazeteye can veren Ziya Gevher Bey oldu. Ankara’da bulunan mebuslar ve münevverler Hâkimiyet-i Milliye’ye çok değerli yazılar yazdılar..
1922 yılında Hâkimiyet’e girmek için arkadaşım Kemaleddin Kamu beni Ziya Gevher’e takdim etti. Ziya Gevher beni karşısına alarak dedi ki: “Gazetecilikte birinci şart, hadiseleri günü gününe takip etmek, ikinci şart da havadisi almak için kapıdan kovulursan bacadan girip havadisi alacaksın. Haydi, hayırlı olsun!” dedi..
6 Şubat 1921 tarihinden itibaren günlük olarak yayınlanmaya başlayan Hâkimiyet-i Millîye, giderek makinelerini yeniledi, yazı kadrosunu genişletti. O günlerde Ankara’da yayınlanmakta olan Yunus Nadi’nin çıkardığı (Yeni Gün) Gazetesinden ayrı olarak, Konya’da çıkmakta olan (öğüd) Gazetesi de 7 Temmuz 1922 gününden itibaren Ankara’da günlük olarak yayınını sürdürdü23. Bu üç gazete, Millî Mücadele boyunca yayınlarına ara vermeden her gün taze bir heyecanla milletin mücadele gücünü arttırdılar.
Hâkimiyet-i Milliye Büyük Zaferden sonra da yayınıyla yeni Türkiye’nin kurulmasında görev alıyordu. O günlerde Hâkimiyet-i Milliye kadrosunda yer alan yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu hatıralarında şöyle der24:
İstilâ orduları topraklarımızdan çekikti henüz birkaç ay olmuştu. Ankara bir kerpiç ve tezek yığınından ibaretti. Hâkimiyet-i Milliye’nin yazı ve idare merkezi dört direk üstüne kondurulmuş iki derme çatma odasıyla bir leylek yuvasını andırıyordu. Lâkin biz bu leylek yuvasında kendimizi kartallar gibi kuvvetli buluyorduk. Memleketin harap, geri ve perişan hah, ne şahsî tedirginliklerimiz, sıkıntılarımız, mahrumluklarımız bize zerre kadar fütur vermiyordu. Hatta biraz evvelki Millî Mücadele devrinin yorgunluklarından, bitkinliğinden bile tamamiyle kurtulmuş, yeni ve daha çetin bir mücadeleye atılmak şevki içinde kanat çırpıyorduk. Biz Hâkimiyet-i Millîye’nin kırık ayaklı masaları başında kendimizi böyle bir hamleye de hazır buluyorduk..”
Hâkimiyet-i Milliye, Cumhuriyet’ten sonra 1934 yılına kadar aynı adla Ankara’da yayınını sürdürdü ve 4794 sayıdan sonra adını (Ulus) olarak değiştirdi. Ulus gazetesi Yeni Ulus, Halkçı adlarıyla da yayınlandı. Yayınına zaman zaman ara verdi. Tekrar eski adına döndü. Şimdi de aynı adla yayınına devam etmektedir.
1 İhsan Ilgar, Mütarekede Yerli ve Yabancı Basın, İstanbul, 1973.
2 Mehmet önder, Millî Mücadele’nin Yanında ve Salında öğüd Gazetesi, Ankara, 1986.
3 Yücel Özkaya, Millî Mücadele’de Atatürk ve Basın, s. 18-28, Ankara 1989.
4 a.g.e. s. 25-34.
5 Atatürk’ün Doğumunun 100. yılı dolayısiyle Türkiye İş Bankası, İrade-i Milliye gazetesinin ilk sayısını tıpkı basım, ayrıca Türk alfabesiyle yayımlanmıştır.
6 Fuat Süreyya Oral, Türk Basın Tarihi, II., s. 42, Ankara, 1968.
7 Mazhar Müfit Kamu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, II., s. 503, Ankara, 1968.
8 Enver Behnan Şapolyo, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü ile Basın, s. 192, Ankara 1960.
9 Ömer Sami Coşar, Millî Mücadele Basını, s. 125, İstanbul, 1963.
10 Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Atatürk Arşivi, D 4/162. Ayrıca bk. Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, IV., s. 162, Ankara, 1964.
11 Yücel Özkaya, a.g.e. s. 69.
12 Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Atatürk Arşivi, Klasör: 29/336.
13 Aynı Arşiv, Klasör: 29/23.
14 Aynı Arşiv, Klasör: 20/B.
15 Bu telgraflar için bk. Yücel Özkaya, a.g.e. s. 66-68.
16 2 Şubat 1920 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesi. Ayrıca bk: Devrim Yazarlarının Kalemiyle Millî Mücadele ve Gazi Mustafa Kemal (Hazırlayanlar: Mehmet Kaplan-lnci Enginün-Birol Emil Nejat, Birinci-Abdullah Uçman), İstanbul, 1981.
17 13 Nisan 1920 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesi.
18 28 Nisan 1920 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesi.
19 Enver Behnan Şapolyo, a.g.e. s. 124.
20 Ömer Sami Coşar, a.g.e. s. 128-129.
21 Ömer Sami Coşar, a.g.e. s. 130, Ayrıca bk. Naşit Hakkı Uluğ, Hemşehrimiz Atatürk, s. 95, İstanbul, 1973.
22 Enver Behnan Şapolyo, a.g.e. s. 197.
23 Mehmet önder, a.g.e. s. 25.
24 Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ulus’a Dönüş, 18 Haziran 1955 tarihli Ulus (Ankara) gazetesi.
Dr. Mehmet Önder
Kaynak: ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 20, Cilt: VII, Mart 1991